15 Mayıs 2015 Cuma

KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUK

Merhaba arkadaşlar,

Söze başlamadan önce bu yazıyı 1 sene önce yazdığımı belirtmek istedim.

Bugün sizlerle kurumsal sosyal sorumluluk için önceden yazdığım ve çok beğenilen bir yazımı paylaşmak istiyorum umarım beğenerek okursunuz.


KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUK PROJELERİ VE ETKİLERİ

Sosyal sorumluluk kurumların toplumsal fayda sağlamak yönündeki davranışlarını ve hedef kitlelerine ilişkin yerine getirmeleri gereken birtakım sorumluluklarını kapsayan bir terimdir. Sosyal sorumluluk davranışı geçmişten günümüze daha da çok önem kazanmıştır. Kurumların çevre, sağlık, eğitim vb. konularda yürüttükleri projeler Kurumsal Sosyal Sorumluluk projeleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu konuda bazı kurum ve kuruluşlar kendi vakıflarını kurarak faaliyet gösterirken; bazıları ise Sivil Toplum Kuruluşları ile işbirliği yaparak harekete geçmeyi tercih edebilmektedirler. Bazı kurumların bu konudaki yöntemi ise Sivil Toplum Kuruluşları’nın yürüttükleri projelere destek vermektir.
            Kurumsal Sosyal Sorumluluk projeleri bir yandan toplumdaki sosyal sorumluluk bilincini arttırırken, öte yandan şirketlerin markalarının daha büyük kitleler tarafından bilinmesini de sağlamaktadır. Evet, sosyal sorumluluk projeleri faydalıdır ve yapılmalıdır. Ama bunu yaparken şirketlerin çıkarlarını da göz önünde tuttuğunu göz ardı etmemek gerekir. Çünkü şirketler sosyal sorumluluk projelerine destek verirken, bunun adına kampanyalar düzenlerken marka bilinirliklerini de arttırmış olmaktadırlar. Sosyal sorumluluk projeleri ile seslerini duyurmak isteyenlerin seslerini duyururken, kendi markalarını ve kazançlarını da düşünmeyi ihmal etmiyorlar. Sonuçta şirketler arasında büyük bir rekabet söz konusudur. Özellikle de küreselleşen dünya düzeninde küresel anlamda rekabet eden şirketlerin, paylarına düşen pazar paylarını büyüterek ve markalarının bilinirliğini yüksek seviyede arttırarak rakiplerinin bir adım önüne geçmesi gerekmektedir. Bunun için de şirketler sosyal sorumluluk projelerini kullanmaktadırlar. Bu bahsi geçen projeler şirketler için marka bilinirliklerini arttırmak için kullandıkları araçlar haline gelmiştir. Şirketler adeta birbirleriyle rekabet edercesine art arda birtakım sosyal sorumluluk projelerini hayata geçirmektedirler. Bu projeler artık çok büyük boyutlara ulaştı. Öyle ki bu alanda şirketlerin yaptığı harcamalar artık bilançolarda milyon dolarlık kalemler olarak yerini almaktadır. Türkiye’de birçok şirket bu alanda birtakım faaliyetler göstermektedirler. Turkcell, İş Bankası, Koç Holding, Doğan Holding, Doğuş Grubu, Sabancı Holding gibi birçok büyük şirket kurumsal sosyal sorumluluk projeleri yürütmektedirler ve bu projelere çok fazla yatırım yapmaktadırlar. Birçok sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiriliyor, bir de hayata geçmesi için üzerinde çalışılan projeler de var. Gittikçe daha da önemli bir hale gelen bu konu her geçen sene daha da önem kazanmaktadır.
Dünyanın bin bir tane derdi var. Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: Eğitimini alamayan ve eğitimden yoksun bırakılan çocuklar, sağlık sorunları, doğada insanların yaptığı birtakım tahribatlar ve şiddet gören kadınlar… Bu tip problemlerle, dertlerle, sorunlarla savaşmak ve mücadele etmek de devletler ve Sivil Toplum Kuruluşları’nın görev alanlarını oluşturuyor. Fakat bu sadece devletlerin ve bu kuruluşların görevi değil, ayrıca bu konuda kendini sorumlu hisseden herkesin sorumluluğu oldu diyebiliriz. Peki, kim bu kendini sorumlu hissedenler dersek, karşımıza şu cevap çıkar: Markalar, şirketler vb. Kendinde bu sorumluluğu hisseden markalar yani büyük şirketler günümüzde oluşan sorunları çözebilmek ve gelecek kuşaklara daha iyi bir dünya bırakabilmek adına birtakım sosyal sorumluluk projeleri üstlenmektedirler. Bunlara Turkcell’in ‘’Kardelenler’’ kampanyası, Doğan Yayın Holding’in ‘’Baba Beni Okula Gönder’’ kampanyası, UNICEF ve MEB işbirliğindeki ‘’Haydi Kızlar Okula’’ kampanyalarını örnek verebiliriz. Ailesinde şiddet gören, eğitim hakkını elde edemeyen çocuklara her an yardım etmeye hazır olan bu şirketler, kültürel ve sanatsal alanda yaptıkları yatırımlarla da topluma fayda sağlamadaki seviyeyi olabildiğince yükseltmeye çabalamaktadırlar. Bu şirketlerin var oluş nedenlerinin ilki kar elde etmektir. Bu bahsi geçen sosyal sorumluluk projelerinde şirketlerin yer alma nedenlerinin az da olsa kazanç, kar elde etme fikrinin olduğunu da akılda tutmak gerekir diye düşünüyorum. Bu durum ne kadar da bu projelerin ve oluşturduğu bilincin önemini azaltmaz gibi gözükse de, bu tip projelerde kar elde etmek ahlaki açıdan eleştirilebilir. Çünkü “Kurumsal Sosyal Sorumluluk ülkemizde birkaç şirket dışında alternatif bir reklam mecrası olmaktan öteye gidememiş bir haldedir. Yaptıkları her şeyi “toplum yararına” yaptıklarını göz ardı etmeye başlayıp “bakın biz şunu da yaptık, bunu da yaptık, bizi görün artık her şeyi yaptık” gibi bir anlayışıyla televizyonlarda yaptıklarını gözlerimizin içine soktular. Örneğin Garanti Bankası “Biz bunu yaptık” dedi, oldukça itici bir reklam yaparak bütün küresel ısınma karşıtı uygulamaları kendisine mal etmiş oldu. Üniversitelerin İşletme Bölümlerinde ve ilgili diğer bölümlerde maalesef ki ders olarak Kurumsal Sosyal Sorumluluk verilmiyor ama bunun dersini görmese bile her işletme mezunu bu yapılanların “karı en yüksek seviyede tutma” düşüncesinden başka bir şey olmadığını çabucak anlayabilir.”[1] Bu şirketlerin en temel dertleri karlarını en yüksek seviyeye çıkarmaktır. Ama hepsi bu şekilde yapıyor diyemeyiz. Ancak, bu şekilde yapanlar da vardır. İşte zaten kurumsal sosyal sorumluluk konusu bu noktada eleştirilebilmektedir. Bu konuyla ilgili başka noktalarda da eleştiri yapabiliriz. Bir başka kurumsal sosyal sorumluluk projesi de okullarda küçük çocukların ileriki yaşlarında daha sağlıklı olabilmeleri için süt dağıtımı kampanyasıdır. Bu kampanya çocuklarda süt içme bilincini geliştirmek adına çok güzel bir projedir. Çünkü ileriki nesillerin sağlıklı olabilmeleri için şimdiki çocuk neslinin her gün günde iki bardak süt içmesi gerekmektedir. Çocuklarda ve ailelerinde bu bilinci yaratmak ve bu farkındalığı oluşturmak adına bu kampanya faydalı bir kampanyadır. Evet, ama etik açısından eleştirilecek çok önemli bir nokta vardır bu kampanyada. Haberlerde ve gazetelerde birçoğumuzun gördüğü gibi dağıtılan sütlerin son kullanma tarihlerinin geçmesi, bayat çıkması ve bine yakın çocuğun zehirlenmiş olması maalesef ki hiç de etik değildir. Güzel faydalı bir proje yaparken bunu bozuk, bayat sütle yapmak nasıl ahlaklı, nasıl etik bir davranış olabilir ki? Çocukların sağlıklarını hiçe sayarak yapılan bu kampanya bu şekilde değil; en sağlıklı, en kaliteli sütleri kullanarak yapılsaydı ve kar en az seviyede gözetilebilseydi bu sosyal sorumluluk projesi tam da olması gerektiği gibi olabilirdi. Ama insanlar yaptıkları projeler ile kar elde etmeyi ilk amaç olarak gördüğü sürece, kurumsal sosyal sorumluluk projeleri toplumda tam olarak alması gereken yeri tam da alamayacak belki de.
Daha farklı bir açıdan da bu projeleri eleştirebiliriz. Sosyal sorumluluk projelerini gerçekleştiren firmalar bir yandan da insanların duygularını sömürerek bunu yapmaktan çekinmemektedir. O yönden de kar elde etmektedirler. Çünkü duygularla oynamak kolay gelmektedir ki insanların duygularıyla oynamak zaten de kolay bir şeydir. Sosyal sorumluluk projelerinin bazılarında başlatılan kampanyalarda birtakım bazı ürünler satışa sunuluyor. İnsanlar bu satılan ürünleri alırken ya da bu ürünleri almayı tercih ederlerken aldıkları mallar, ürünler kaliteli mi değil mi diye pek düşünmeyebiliyorlar. Hatta bu ürünler kaliteli olsa bile akıllarına ilk gelen şeyin bu olmaması önemli bir durumdur. İlk akıllarına gelen sosyal sorumluluk projesi için satın almaları olabilmektedir. İnsanların algısı bu yönde ön plana çıkabiliyor. Burada da etik olarak satılan ürünün kaliteli, doğru, sağlıklı bir ürün olma konusu ikinci plana geçmektedir. Duygularla insanları sömürüyorlar. Reklamlarda da sistematik olarak genellikle insanların duygularını sömürmek ve kullanmak esas amacı taşımaktadır. Bunları sosyal sorumluluk proje reklamlarında görmek mümkün olabilmektedir. İnsanların duygularını bu şekilde sömürerek bir takım hayır işleri yapması da ne kadar etik olabilir sorusu geliyor aklımıza. Ama sistem bazı projelerde bu şekilde işliyor. Çünkü en kolay kazancı duyguları sömürerek elde edeceğini düşünüyor şirketler, firmalar.
Sosyal amaç bağlantılı pazarlama anlayışında firmalar benim ürünlerimi alırsanız bu ürünlere ödediğiniz paranın %5’i Çocuk Esirgeme Kurumları’na gidecek,  LÖSEV’e bağışlanacak gibi kampanyalar düzenlemektedirler. Ama burada da açıkça bir sorun görülmektedir. Bu ürünü almadan da Çocuk Esirgeme Kurumları’na, Lösemili Çocuklar Vakfı’na kendimiz gidip bağış yapabiliriz, hem de daha çok bağış yapacak olabiliriz. Böylesi daha da iyi olmaz mı?  Evet, olur diyebiliriz. Çünkü kendimiz gidip bağış yaptığımızda daha fazla bağışlarda bulunabiliriz. Ama bir hayır kurumuna bağışta bulunmak adına daha fazla tüketime ittiren bir anlayış hâkim ise burada iki taraf da kazanmış olmuyor. Siz bizim ürünlerimizi alırsanız ödediğiniz paranın bir bölümü Lösemili Çocuklar Vakfı’na gidecek diyerek insanları ihtiyacı olmadığı halde tüketime itebiliyor. Belki o insanların normalde bu ürünleri alacağı yok, ihtiyaçları da yok ama sosyal sorumluluk adına alıyor. İnsanlar normalde harcayacağından daha fazla para harcamış oluyorsa burada tüketici açıkça kaybeden taraf oluyor. Böylece kurumsal sosyal sorumluluk projesinde ahlaki bakımdan daha sorunlu olan ve daha az sorunlu olan yöntemler olduğunu görebiliyoruz. Bazı yöntemlerin daha sorunlu gibi gözüküyor olması genel olarak kurumsal sosyal sorumluluğun değerini arttırır mı, azaltır mı diye bir soru sorduğumuzu düşünelim. Yani kurumsal sosyal sorumluluk projelerine girişimde bulunan şirketlerin bu projelerde kullandıkları yöntemler önemlidir. Bu yöntemlerden birini izleyenin daha az problemli, diğerini izleyenin ise daha fazla problemli olması durumu genel olarak kurumsal sosyal sorumluluk anlayışını olumsuz etkilemiş olur. Çünkü kurumsal sosyal sorumluluğa dışarıdan baktığımızda ana argümanı kazan kazan anlayışıydı. Herkes kazansın, alan da kazansın, yardıma muhtaç kişiler de kazansın. İnsanlara fazladan tüketim yaptırıyorsa o zaman kurumsal sosyal sorumluluk projeleri yeri geldiğinde ciddi bir şekilde çirkin bir hal alıyor. Şirketlerin samimiyeti, dürüstlüğü konularını bir kenara bırakırsak; insanları yeri geldiği zaman fazladan tüketime itiyorsa burada ahlaki ve etik açıdan çok ciddi bir sorun var demektir. Bu konuyla ilgili daha da ciddi bir örnek vermem gerekirse, Türk Hava Yolları’nın Somali’ye yaptığı yardımda büyük bir ahlaksızlık söz konusudur maalesef. Ramazan ayında Somali’ye yardım yapacağız diyorlar. İstisnasız bütün çalışanlarının yemek kartlarına yatırmaları gereken paraları yatırmıyorlar. Buradaki anlayış Türk Hava Yolları’nda çalışan herkes oruç tutar. O yüzden yemek kartı kullanmanıza gerek yok biz kurum olarak para yatırmayacağız. Zaten herkes orucunu tutuyordur, tutmuyorsan bile para vermek zorundasın gibi bir zorlama ve baskıyla Somali’de sosyal sorumluluk projesine yardım yaparken bir kısmını da çalışanlarının yemek paralarından karşılamıştır. Çok da etik olmayan bir davranış sergileniyor. Bunu yapan kişinin o yardımı Somali’ye göndermesinden bile şüphe edilebilir. Çünkü büyük bir zorlama söz konusudur. Çünkü böyle önemli bir göreve çok da ahlaklı olmayan bir şekilde başlayan, aynı yönde devam edebilir diye düşünebiliriz. Burada görünmeyen nokta şudur kim kaybediyor burada? Dışarıdan bakıldığında Türk Hava Yolları uçaklar dolusu malzeme gönderdi Somali’ye. Türk Hava Yolları Genel Müdürü’nün oradaki çocuklarla ilgilenirken resimleri çekildi gazetelerde. İnsanlar bunu gördüğü zaman Türk Hava Yolları ne kadar güzel bir şey yapmış diyorlar. Ama insanlar bilmiyor ki bu projede kaybedenler oldu. Onlar da projenin içine zorla dâhil edilen çalışanlar oldu. Onların hakkı olan yemek paralarını yatırmayarak böyle bir yardım olduğunu hiç kimse bilmiyor. Ellerinden yemek hakları alınan insanlarla yapılan bir yardım projesi ne kadar etik olabilir ki? Evet, Somali’ye yardım yapılması gerçekten çok güzel bir davranış olabilirdi; çalışanların haklarını ellerinden almadan, onların yemek paralarını kesmeden yapılabilseydi. Sosyal sorumluluk projelerinin arka planını insanların bilmemesi büyük ölçüde önemli bir sorundur. Hepsinin geri planı ahlaklı olmayan olaylarla dolu olmayabilir ama böyle olanları da insanların bilmesi gerekiyor diye düşünüyorum.
Yazımın sonlarına doğru gelirken kurumsal sosyal sorumluluğun ahlaki problemlerinden bahsetmek istiyorum. Bu konuda iki tane ahlaki sorun vardır. Bunlar:
1-      Samimiyet sorunu; gerçeklik bakımdan olan sorun. Burada hakikat sorunu gözlenmektedir. Tek amaç karı maksimize etmek mi?

2-      Kurumsal sosyal sorumluluğun bazı uygulamalarında sırf yardım olsun diye insanları normalden daha fazla tüketime itmesi sorunu. Belki bizim ödediğimiz 10 TL’nin 50 kuruşu yardım için gidecek ama 9,5 TL de belki o şirketin kasasına gidecek. Niye ekstradan o şirkete insanların parası gitsin ki? Yani sırf yardım edeceğiz diye bir yandan da o şirketlere para kazandırmış oluyoruz. Bu durum bir arkadaşımızın bize gelip düşkün birine yardım edeceğini söyleyip hepimizden 200 TL toplayıp 100 TL’sini kendi cebine atması örneğine benziyor. Normalde insanlar durup dururken kimseye çıkarıp da 200 TL vermez. Ama işin içine duyguları sömürerek çok ihtiyacı olan biri için topluyorum denilirse, yardım etmek için bizler ona para veririz. Bilemeyiz hepsini verip vermediğini. Belki de hepsini veriyordur ama 200 alıp 100 TL kendi çıkarına cebine atıyorsa ödenilen paranın bir kısmının yardım için olmasından bir farkı kalmıyor.
Aslında bu konuyla bağlantılı olarak günümüzde birçok insanın karşılaştığı bir diğer soruna da değinmek istiyorum. GSM şirketlerinin insanları uygun fiyatlara bazı tarifelere üye etmesi de bu konuyla ilintili bir örnektir. Detayına inersek, kişi uzun süre kullanacağını düşünerek o tarifeye üye oluyor. Ama beş altı aydan sonra insanlar faturalarında yüksek rakamlar görmeye başlayabiliyor. Faturaya bakınca insanlar o ödedikleri paranın yarısının sosyal sorumluluk projesine gittiğini görüyorlar. İnsanlar uzun süre faydalanacağını düşünürken o süreyi kısa tutuyorlar. Daha az faydalanmış oluyorlar. Burada hem hukuken hem de ahlaken bir sorun ortaya çıkıyor. Belki bu kampanya ile sosyal sorumluluk adına yardıma ihtiyacı olan insanlara yardım etmiş oluyorlar. Ama insanları kandırarak, onların faturalarına ödedikleri miktarı onların haberi olmadan yükseltmeleri etik değildir.
Buraya kadar hep etik olmayan ve yanlış kurumsal sosyal sorumluluk projeleri ve kampanyalarından bahsettim. Yazımın sonunu 3 Ocak 2014’te vizyona girmiş olan kendimin de izlediği bir film olan ‘’Halam Geldi’’ filmi ile yapmak istedim. Çünkü bu film gazeteci Evrim Kanpolat’ın tanık olduğu gerçek bir olaydan uyarlanmış bir sosyal sorumluluk projesi olarak vizyona girmiştir. Ülkemizde hala kanayan bir yara olan çocuk gelinler ve akraba evlilikleri sorunlarını konu alan film Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde geçmektedir. Bu köyde farklı kültürlerin iç içe bulunduğu üç küçük kızın yaşadığı acılar anlatılıyor. Bu film iyi bir sosyal sorumluluk projesi olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü birçoğumuzun yakından bildiği bir gerçeği bizlere unutturmamak için yapılmıştır. Küçücük çocukların töre adı altında evlendirilmeleri, okuma hayallerini ellerinden alarak onların hayatlarını karartmak nasıl bir töredir ki, bunu namus için yaptıklarını söylemeleri de ayrı bir korkunçluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu zihniyeti hala Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde yaşayan küçücük kızlar yaşamaktalar. Küçük yaşlarda zorla imam nikâhıyla kendilerinden on veya yirmi yaş büyük erkeklerle evlendirilmeleri bu çocukların dramıdır. Ülkemizde meşrulaşmış bir halde töre adı altında, gelenek adı altında sürdürülen bu rezilliği gözler önüne sermek için yapılan bu filmde bizlerin yüzüne bu acı gerçeği adeta bir tokat gibi çarpmaktadır. Bu çocuk gelin denilen olay din ile meşrulaştırılmış pedofili denilen iğrençliğin kısacası çocuk tecavüzünün örtülü yüzüdür. Ben o yüzden bu filmin iyi bir sosyal sorumluluk projesi olduğu düşüncesindeyim. Bu projede diğer sosyal sorumluluk projelerindeki gibi insanları daha fazla tüketime itme gibi bir durum söz konusu değildir. Çünkü sinemaya giderken insanlar bir film seçer ve ona giderler bu filmi seçmelerinde herhangi etik olmayan bir durum söz konusu değildir. Çünkü bu filmin konusunu okuyan filmin bir bilinç kazandırma filmi olduğunu görüp ona göre seçip gidebilir. Burada sosyal sorumluluk adına insanları akraba evliliklerinden doğan çocukların sakat ve ciddi hastalıklar ile doğabileceği vurgusu ile çocuk yaşta kızların hayallerini çalarak onları evliliğe zorlamanın bir nevi felaket olduğunu göstermek amaçlanmıştır. Yani toplumumuzun kanayan yarasını, acı gerçeğini göstererek insanlarda doğru bir bilinç uyandırmak için yapılmış bir filmdir. Elbette bu filmi yaparken az da olsa kar gütme amacı olabilir ama bunu gelen seyircinin normalden daha fazla parasını alarak yapmıyorlar. Aslında, burada filme gidenler de filmi yapanlar da ahlaki açıdan bir şey kazanmış oluyorlar. Sonuçta kurumsal sosyal sorumluluk projeleri toplumların kanayan yaralarına parmak bastıkça amacına ulaşmış olacaktır. Bu film özellikle bayanların kalplerine kadar işleyen ve izlerken tüylerini ürperten bir sinema filmi olarak hafızalarda kalacaktır diye düşünüyorum. Umarım ki bir gün bu korkunç ‘’gelenek, töre’’ son bulur. Haydi Kızlar Okula, Baba Beni Okula Gönder ve Kardelenler projeleri bu kızlarımızın yaralarını sarar ve zaman geçtikçe daha çok küçük kız çocuğu okumuş olur ve toplumda faydalı bireyler olarak yerlerini alarak, bu cehalete karşı dururlar. Çünkü bu toplumun aklı başında bayanlara çok ihtiyacı var.
Kurumsal sosyal sorumluluk projeleri insanlarda gerekli bilinci en doğru şekilde oluşturursa, insanlara faydalı olursa, insanlar kandırılmadan bu projelere dâhil edilirlerse eminim ki hak ettiği yere ve hedeflenen amaca ulaşacaklardır. Bu noktada projeleri gerçekleştiren insanlara çok iş düşüyor.  Herkes üzerine düşen görevi yerine getirirse; gerçekten bu projeler hayır işlerine dönüşecektir, yani en az şekilde çıkarlarını gözeterek, çıkarlarını en az seviyeye indirerek ve kar etme düşüncesinden vazgeçerek yapmakla işe başlanabilir diye düşünüyorum. Yani kazanacakları paraları geri plana iterek, gerçekten birilerine yardım etmek için projeler yapılırsa doğru bir ‘Kurumsal Sosyal Sorumluluk’ anlayışı ve bilinci insanlarda oluşacaktır. Ben buna inanıyorum.

Sevgiler


MOCCCO



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder