Merhaba arkadaşlar,
Söze başlamadan önce bu yazıyı 1 sene önce yazdığımı belirtmek istedim.
Söze başlamadan önce bu yazıyı 1 sene önce yazdığımı belirtmek istedim.
Bugün sizlerle kurumsal sosyal sorumluluk için önceden yazdığım ve çok beğenilen bir yazımı paylaşmak istiyorum umarım beğenerek okursunuz.
KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUK PROJELERİ VE ETKİLERİ
Sosyal sorumluluk kurumların toplumsal fayda sağlamak yönündeki davranışlarını ve hedef kitlelerine ilişkin yerine getirmeleri gereken birtakım sorumluluklarını kapsayan bir terimdir. Sosyal sorumluluk davranışı geçmişten günümüze daha da çok önem kazanmıştır. Kurumların çevre, sağlık, eğitim vb. konularda yürüttükleri projeler Kurumsal Sosyal Sorumluluk projeleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu konuda bazı kurum ve kuruluşlar kendi vakıflarını kurarak faaliyet gösterirken; bazıları ise Sivil Toplum Kuruluşları ile işbirliği yaparak harekete geçmeyi tercih edebilmektedirler. Bazı kurumların bu konudaki yöntemi ise Sivil Toplum Kuruluşları’nın yürüttükleri projelere destek vermektir.
Kurumsal Sosyal Sorumluluk projeleri
bir yandan toplumdaki sosyal sorumluluk bilincini arttırırken, öte yandan
şirketlerin markalarının daha büyük kitleler tarafından bilinmesini de
sağlamaktadır. Evet, sosyal sorumluluk projeleri faydalıdır ve yapılmalıdır.
Ama bunu yaparken şirketlerin çıkarlarını da göz önünde tuttuğunu göz ardı
etmemek gerekir. Çünkü şirketler sosyal sorumluluk projelerine destek verirken,
bunun adına kampanyalar düzenlerken marka bilinirliklerini de arttırmış
olmaktadırlar. Sosyal sorumluluk projeleri ile seslerini duyurmak isteyenlerin
seslerini duyururken, kendi markalarını ve kazançlarını da düşünmeyi ihmal
etmiyorlar. Sonuçta şirketler arasında büyük bir rekabet söz konusudur. Özellikle
de küreselleşen dünya düzeninde küresel anlamda rekabet eden şirketlerin,
paylarına düşen pazar paylarını büyüterek ve markalarının bilinirliğini yüksek
seviyede arttırarak rakiplerinin bir adım önüne geçmesi gerekmektedir. Bunun
için de şirketler sosyal sorumluluk projelerini kullanmaktadırlar. Bu bahsi
geçen projeler şirketler için marka bilinirliklerini arttırmak için
kullandıkları araçlar haline gelmiştir. Şirketler adeta birbirleriyle rekabet
edercesine art arda birtakım sosyal sorumluluk projelerini hayata
geçirmektedirler. Bu projeler artık çok büyük boyutlara ulaştı. Öyle ki bu
alanda şirketlerin yaptığı harcamalar artık bilançolarda milyon dolarlık
kalemler olarak yerini almaktadır. Türkiye’de birçok şirket bu alanda birtakım
faaliyetler göstermektedirler. Turkcell, İş Bankası, Koç Holding, Doğan
Holding, Doğuş Grubu, Sabancı Holding gibi birçok büyük şirket kurumsal sosyal
sorumluluk projeleri yürütmektedirler ve bu projelere çok fazla yatırım
yapmaktadırlar. Birçok sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiriliyor, bir de hayata
geçmesi için üzerinde çalışılan projeler de var. Gittikçe daha da önemli bir
hale gelen bu konu her geçen sene daha da önem kazanmaktadır.
Dünyanın
bin bir tane derdi var. Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: Eğitimini
alamayan ve eğitimden yoksun bırakılan çocuklar, sağlık sorunları, doğada
insanların yaptığı birtakım tahribatlar ve şiddet gören kadınlar… Bu tip
problemlerle, dertlerle, sorunlarla savaşmak ve mücadele etmek de devletler ve
Sivil Toplum Kuruluşları’nın görev alanlarını oluşturuyor. Fakat bu sadece
devletlerin ve bu kuruluşların görevi değil, ayrıca bu konuda kendini sorumlu
hisseden herkesin sorumluluğu oldu diyebiliriz. Peki, kim bu kendini sorumlu
hissedenler dersek, karşımıza şu cevap çıkar: Markalar, şirketler vb. Kendinde
bu sorumluluğu hisseden markalar yani büyük şirketler günümüzde oluşan
sorunları çözebilmek ve gelecek kuşaklara daha iyi bir dünya bırakabilmek adına
birtakım sosyal sorumluluk projeleri üstlenmektedirler. Bunlara Turkcell’in
‘’Kardelenler’’ kampanyası, Doğan Yayın Holding’in ‘’Baba Beni Okula Gönder’’
kampanyası, UNICEF ve MEB işbirliğindeki ‘’Haydi Kızlar Okula’’ kampanyalarını
örnek verebiliriz. Ailesinde şiddet gören, eğitim hakkını elde edemeyen
çocuklara her an yardım etmeye hazır olan bu şirketler, kültürel ve sanatsal
alanda yaptıkları yatırımlarla da topluma fayda sağlamadaki seviyeyi
olabildiğince yükseltmeye çabalamaktadırlar. Bu şirketlerin var oluş
nedenlerinin ilki kar elde etmektir. Bu bahsi geçen sosyal sorumluluk
projelerinde şirketlerin yer alma nedenlerinin az da olsa kazanç, kar elde etme
fikrinin olduğunu da akılda tutmak gerekir diye düşünüyorum. Bu durum ne kadar
da bu projelerin ve oluşturduğu bilincin önemini azaltmaz gibi gözükse de, bu
tip projelerde kar elde etmek ahlaki açıdan eleştirilebilir. Çünkü “Kurumsal
Sosyal Sorumluluk ülkemizde birkaç şirket dışında alternatif bir reklam mecrası
olmaktan öteye gidememiş bir haldedir. Yaptıkları her şeyi “toplum yararına” yaptıklarını
göz ardı etmeye başlayıp “bakın biz şunu da yaptık, bunu da yaptık, bizi görün
artık her şeyi yaptık” gibi bir anlayışıyla televizyonlarda yaptıklarını
gözlerimizin içine soktular. Örneğin Garanti Bankası “Biz bunu yaptık” dedi,
oldukça itici bir reklam yaparak bütün küresel ısınma karşıtı uygulamaları
kendisine mal etmiş oldu. Üniversitelerin İşletme Bölümlerinde ve ilgili diğer
bölümlerde maalesef ki ders olarak Kurumsal Sosyal Sorumluluk verilmiyor ama
bunun dersini görmese bile her işletme mezunu bu yapılanların “karı en yüksek seviyede tutma” düşüncesinden başka bir şey
olmadığını çabucak anlayabilir.”[1]
Bu şirketlerin en temel dertleri karlarını en yüksek seviyeye çıkarmaktır. Ama
hepsi bu şekilde yapıyor diyemeyiz. Ancak, bu şekilde yapanlar da vardır. İşte
zaten kurumsal sosyal sorumluluk konusu bu noktada eleştirilebilmektedir. Bu
konuyla ilgili başka noktalarda da eleştiri yapabiliriz. Bir başka kurumsal
sosyal sorumluluk projesi de okullarda küçük çocukların ileriki yaşlarında daha
sağlıklı olabilmeleri için süt dağıtımı kampanyasıdır. Bu kampanya çocuklarda
süt içme bilincini geliştirmek adına çok güzel bir projedir. Çünkü ileriki
nesillerin sağlıklı olabilmeleri için şimdiki çocuk neslinin her gün günde iki
bardak süt içmesi gerekmektedir. Çocuklarda ve ailelerinde bu bilinci yaratmak
ve bu farkındalığı oluşturmak adına bu kampanya faydalı bir kampanyadır. Evet,
ama etik açısından eleştirilecek çok önemli bir nokta vardır bu kampanyada.
Haberlerde ve gazetelerde birçoğumuzun gördüğü gibi dağıtılan sütlerin son
kullanma tarihlerinin geçmesi, bayat çıkması ve bine yakın çocuğun zehirlenmiş
olması maalesef ki hiç de etik değildir. Güzel faydalı bir proje yaparken bunu
bozuk, bayat sütle yapmak nasıl ahlaklı, nasıl etik bir davranış olabilir ki?
Çocukların sağlıklarını hiçe sayarak yapılan bu kampanya bu şekilde değil; en
sağlıklı, en kaliteli sütleri kullanarak yapılsaydı ve kar en az seviyede
gözetilebilseydi bu sosyal sorumluluk projesi tam da olması gerektiği gibi olabilirdi.
Ama insanlar yaptıkları projeler ile kar elde etmeyi ilk amaç olarak gördüğü
sürece, kurumsal sosyal sorumluluk projeleri toplumda tam olarak alması gereken
yeri tam da alamayacak belki de.
Daha farklı bir açıdan da bu
projeleri eleştirebiliriz. Sosyal sorumluluk projelerini gerçekleştiren
firmalar bir yandan da insanların duygularını sömürerek bunu yapmaktan
çekinmemektedir. O yönden de kar elde etmektedirler. Çünkü duygularla oynamak
kolay gelmektedir ki insanların duygularıyla oynamak zaten de kolay bir şeydir.
Sosyal sorumluluk projelerinin bazılarında başlatılan kampanyalarda birtakım
bazı ürünler satışa sunuluyor. İnsanlar bu satılan ürünleri alırken ya da bu
ürünleri almayı tercih ederlerken aldıkları mallar, ürünler kaliteli mi değil
mi diye pek düşünmeyebiliyorlar. Hatta bu ürünler kaliteli olsa bile akıllarına
ilk gelen şeyin bu olmaması önemli bir durumdur. İlk akıllarına gelen sosyal
sorumluluk projesi için satın almaları olabilmektedir. İnsanların algısı bu yönde
ön plana çıkabiliyor. Burada da etik olarak satılan ürünün kaliteli, doğru,
sağlıklı bir ürün olma konusu ikinci plana geçmektedir. Duygularla insanları
sömürüyorlar. Reklamlarda da sistematik olarak genellikle insanların
duygularını sömürmek ve kullanmak esas amacı taşımaktadır. Bunları sosyal
sorumluluk proje reklamlarında görmek mümkün olabilmektedir. İnsanların
duygularını bu şekilde sömürerek bir takım hayır işleri yapması da ne kadar
etik olabilir sorusu geliyor aklımıza. Ama sistem bazı projelerde bu şekilde
işliyor. Çünkü en kolay kazancı duyguları sömürerek elde edeceğini düşünüyor
şirketler, firmalar.
Sosyal amaç bağlantılı
pazarlama anlayışında firmalar benim ürünlerimi alırsanız bu ürünlere
ödediğiniz paranın %5’i Çocuk Esirgeme Kurumları’na gidecek, LÖSEV’e bağışlanacak gibi kampanyalar
düzenlemektedirler. Ama burada da açıkça bir sorun görülmektedir. Bu ürünü
almadan da Çocuk Esirgeme Kurumları’na, Lösemili Çocuklar Vakfı’na kendimiz gidip
bağış yapabiliriz, hem de daha çok bağış yapacak olabiliriz. Böylesi daha da
iyi olmaz mı? Evet, olur diyebiliriz.
Çünkü kendimiz gidip bağış yaptığımızda daha fazla bağışlarda bulunabiliriz.
Ama bir hayır kurumuna bağışta bulunmak adına daha fazla tüketime ittiren bir
anlayış hâkim ise burada iki taraf da kazanmış olmuyor. Siz bizim ürünlerimizi
alırsanız ödediğiniz paranın bir bölümü Lösemili Çocuklar Vakfı’na gidecek
diyerek insanları ihtiyacı olmadığı halde tüketime itebiliyor. Belki o
insanların normalde bu ürünleri alacağı yok, ihtiyaçları da yok ama sosyal sorumluluk
adına alıyor. İnsanlar normalde harcayacağından daha fazla para harcamış
oluyorsa burada tüketici açıkça kaybeden taraf oluyor. Böylece kurumsal sosyal
sorumluluk projesinde ahlaki bakımdan daha sorunlu olan ve daha az sorunlu olan
yöntemler olduğunu görebiliyoruz. Bazı yöntemlerin daha sorunlu gibi gözüküyor
olması genel olarak kurumsal sosyal sorumluluğun değerini arttırır mı, azaltır
mı diye bir soru sorduğumuzu düşünelim. Yani kurumsal sosyal sorumluluk
projelerine girişimde bulunan şirketlerin bu projelerde kullandıkları yöntemler
önemlidir. Bu yöntemlerden birini izleyenin daha az problemli, diğerini
izleyenin ise daha fazla problemli olması durumu genel olarak kurumsal sosyal
sorumluluk anlayışını olumsuz etkilemiş olur. Çünkü kurumsal sosyal sorumluluğa
dışarıdan baktığımızda ana argümanı kazan kazan anlayışıydı. Herkes kazansın,
alan da kazansın, yardıma muhtaç kişiler de kazansın. İnsanlara fazladan
tüketim yaptırıyorsa o zaman kurumsal sosyal sorumluluk projeleri yeri
geldiğinde ciddi bir şekilde çirkin bir hal alıyor. Şirketlerin samimiyeti,
dürüstlüğü konularını bir kenara bırakırsak; insanları yeri geldiği zaman
fazladan tüketime itiyorsa burada ahlaki ve etik açıdan çok ciddi bir sorun var
demektir. Bu konuyla ilgili daha da ciddi bir örnek vermem gerekirse, Türk Hava
Yolları’nın Somali’ye yaptığı yardımda büyük bir ahlaksızlık söz konusudur
maalesef. Ramazan ayında Somali’ye yardım yapacağız diyorlar. İstisnasız bütün
çalışanlarının yemek kartlarına yatırmaları gereken paraları yatırmıyorlar.
Buradaki anlayış Türk Hava Yolları’nda çalışan herkes oruç tutar. O yüzden
yemek kartı kullanmanıza gerek yok biz kurum olarak para yatırmayacağız. Zaten
herkes orucunu tutuyordur, tutmuyorsan bile para vermek zorundasın gibi bir
zorlama ve baskıyla Somali’de sosyal sorumluluk projesine yardım yaparken bir
kısmını da çalışanlarının yemek paralarından karşılamıştır. Çok da etik olmayan
bir davranış sergileniyor. Bunu yapan kişinin o yardımı Somali’ye
göndermesinden bile şüphe edilebilir. Çünkü büyük bir zorlama söz konusudur.
Çünkü böyle önemli bir göreve çok da ahlaklı olmayan bir şekilde başlayan, aynı
yönde devam edebilir diye düşünebiliriz. Burada görünmeyen nokta şudur kim
kaybediyor burada? Dışarıdan bakıldığında Türk Hava Yolları uçaklar dolusu
malzeme gönderdi Somali’ye. Türk Hava Yolları Genel Müdürü’nün oradaki
çocuklarla ilgilenirken resimleri çekildi gazetelerde. İnsanlar bunu gördüğü
zaman Türk Hava Yolları ne kadar güzel bir şey yapmış diyorlar. Ama insanlar
bilmiyor ki bu projede kaybedenler oldu. Onlar da projenin içine zorla dâhil
edilen çalışanlar oldu. Onların hakkı olan yemek paralarını yatırmayarak böyle
bir yardım olduğunu hiç kimse bilmiyor. Ellerinden yemek hakları alınan
insanlarla yapılan bir yardım projesi ne kadar etik olabilir ki? Evet,
Somali’ye yardım yapılması gerçekten çok güzel bir davranış olabilirdi;
çalışanların haklarını ellerinden almadan, onların yemek paralarını kesmeden
yapılabilseydi. Sosyal sorumluluk projelerinin arka planını insanların
bilmemesi büyük ölçüde önemli bir sorundur. Hepsinin geri planı ahlaklı olmayan
olaylarla dolu olmayabilir ama böyle olanları da insanların bilmesi gerekiyor
diye düşünüyorum.
Yazımın sonlarına doğru
gelirken kurumsal sosyal sorumluluğun ahlaki problemlerinden bahsetmek
istiyorum. Bu konuda iki tane ahlaki sorun vardır. Bunlar:
1- Samimiyet sorunu; gerçeklik bakımdan
olan sorun. Burada hakikat sorunu gözlenmektedir. Tek amaç karı maksimize etmek
mi?
2- Kurumsal sosyal sorumluluğun bazı
uygulamalarında sırf yardım olsun diye insanları normalden daha fazla tüketime
itmesi sorunu. Belki bizim ödediğimiz 10 TL’nin 50 kuruşu yardım için gidecek
ama 9,5 TL de belki o şirketin kasasına gidecek. Niye ekstradan o şirkete
insanların parası gitsin ki? Yani sırf yardım edeceğiz diye bir yandan da o
şirketlere para kazandırmış oluyoruz. Bu durum bir arkadaşımızın bize gelip
düşkün birine yardım edeceğini söyleyip hepimizden 200 TL toplayıp 100 TL’sini
kendi cebine atması örneğine benziyor. Normalde insanlar durup dururken kimseye
çıkarıp da 200 TL vermez. Ama işin içine duyguları sömürerek çok ihtiyacı olan
biri için topluyorum denilirse, yardım etmek için bizler ona para veririz.
Bilemeyiz hepsini verip vermediğini. Belki de hepsini veriyordur ama 200 alıp
100 TL kendi çıkarına cebine atıyorsa ödenilen paranın bir kısmının yardım için
olmasından bir farkı kalmıyor.
Aslında bu konuyla
bağlantılı olarak günümüzde birçok insanın karşılaştığı bir diğer soruna da
değinmek istiyorum. GSM şirketlerinin insanları uygun fiyatlara bazı tarifelere
üye etmesi de bu konuyla ilintili bir örnektir. Detayına inersek, kişi uzun süre
kullanacağını düşünerek o tarifeye üye oluyor. Ama beş altı aydan sonra
insanlar faturalarında yüksek rakamlar görmeye başlayabiliyor. Faturaya bakınca
insanlar o ödedikleri paranın yarısının sosyal sorumluluk projesine gittiğini
görüyorlar. İnsanlar uzun süre faydalanacağını düşünürken o süreyi kısa
tutuyorlar. Daha az faydalanmış oluyorlar. Burada hem hukuken hem de ahlaken
bir sorun ortaya çıkıyor. Belki bu kampanya ile sosyal sorumluluk adına yardıma
ihtiyacı olan insanlara yardım etmiş oluyorlar. Ama insanları kandırarak,
onların faturalarına ödedikleri miktarı onların haberi olmadan yükseltmeleri
etik değildir.
Buraya kadar hep etik
olmayan ve yanlış kurumsal sosyal sorumluluk projeleri ve kampanyalarından
bahsettim. Yazımın sonunu 3 Ocak 2014’te vizyona girmiş olan kendimin de
izlediği bir film olan ‘’Halam Geldi’’ filmi ile yapmak istedim. Çünkü bu film
gazeteci Evrim Kanpolat’ın tanık olduğu gerçek bir olaydan uyarlanmış bir
sosyal sorumluluk projesi olarak vizyona girmiştir. Ülkemizde hala kanayan bir
yara olan çocuk gelinler ve akraba evlilikleri sorunlarını konu alan film Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde geçmektedir. Bu köyde farklı kültürlerin iç içe
bulunduğu üç küçük kızın yaşadığı acılar anlatılıyor. Bu film iyi bir sosyal
sorumluluk projesi olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü birçoğumuzun yakından
bildiği bir gerçeği bizlere unutturmamak için yapılmıştır. Küçücük çocukların
töre adı altında evlendirilmeleri, okuma hayallerini ellerinden alarak onların hayatlarını
karartmak nasıl bir töredir ki, bunu namus için yaptıklarını söylemeleri de
ayrı bir korkunçluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu zihniyeti hala Doğu ve
Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde yaşayan küçücük kızlar yaşamaktalar. Küçük
yaşlarda zorla imam nikâhıyla kendilerinden on veya yirmi yaş büyük erkeklerle
evlendirilmeleri bu çocukların dramıdır. Ülkemizde meşrulaşmış bir halde töre
adı altında, gelenek adı altında sürdürülen bu rezilliği gözler önüne sermek
için yapılan bu filmde bizlerin yüzüne bu acı gerçeği adeta bir tokat gibi çarpmaktadır.
Bu çocuk gelin denilen olay din ile meşrulaştırılmış pedofili denilen
iğrençliğin kısacası çocuk tecavüzünün örtülü yüzüdür. Ben o yüzden bu filmin
iyi bir sosyal sorumluluk projesi olduğu düşüncesindeyim. Bu projede diğer
sosyal sorumluluk projelerindeki gibi insanları daha fazla tüketime itme gibi
bir durum söz konusu değildir. Çünkü sinemaya giderken insanlar bir film seçer
ve ona giderler bu filmi seçmelerinde herhangi etik olmayan bir durum söz
konusu değildir. Çünkü bu filmin konusunu okuyan filmin bir bilinç kazandırma
filmi olduğunu görüp ona göre seçip gidebilir. Burada sosyal sorumluluk adına
insanları akraba evliliklerinden doğan çocukların sakat ve ciddi hastalıklar
ile doğabileceği vurgusu ile çocuk yaşta kızların hayallerini çalarak onları
evliliğe zorlamanın bir nevi felaket olduğunu göstermek amaçlanmıştır. Yani
toplumumuzun kanayan yarasını, acı gerçeğini göstererek insanlarda doğru bir
bilinç uyandırmak için yapılmış bir filmdir. Elbette bu filmi yaparken az da
olsa kar gütme amacı olabilir ama bunu gelen seyircinin normalden daha fazla
parasını alarak yapmıyorlar. Aslında, burada filme gidenler de filmi yapanlar
da ahlaki açıdan bir şey kazanmış oluyorlar. Sonuçta kurumsal sosyal sorumluluk
projeleri toplumların kanayan yaralarına parmak bastıkça amacına ulaşmış
olacaktır. Bu film özellikle bayanların kalplerine kadar işleyen ve izlerken
tüylerini ürperten bir sinema filmi olarak hafızalarda kalacaktır diye
düşünüyorum. Umarım ki bir gün bu korkunç ‘’gelenek, töre’’ son bulur. Haydi Kızlar
Okula, Baba Beni Okula Gönder ve Kardelenler projeleri bu kızlarımızın
yaralarını sarar ve zaman geçtikçe daha çok küçük kız çocuğu okumuş olur ve
toplumda faydalı bireyler olarak yerlerini alarak, bu cehalete karşı dururlar. Çünkü
bu toplumun aklı başında bayanlara çok ihtiyacı var.
Kurumsal sosyal sorumluluk
projeleri insanlarda gerekli bilinci en doğru şekilde oluşturursa, insanlara
faydalı olursa, insanlar kandırılmadan bu projelere dâhil edilirlerse eminim ki
hak ettiği yere ve hedeflenen amaca ulaşacaklardır. Bu noktada projeleri
gerçekleştiren insanlara çok iş düşüyor.
Herkes üzerine düşen görevi yerine getirirse; gerçekten bu projeler
hayır işlerine dönüşecektir, yani en az şekilde çıkarlarını gözeterek,
çıkarlarını en az seviyeye indirerek ve kar etme düşüncesinden vazgeçerek
yapmakla işe başlanabilir diye düşünüyorum. Yani kazanacakları paraları geri
plana iterek, gerçekten birilerine yardım etmek için projeler yapılırsa doğru
bir ‘Kurumsal Sosyal Sorumluluk’ anlayışı ve bilinci insanlarda oluşacaktır. Ben
buna inanıyorum.
Sevgiler
MOCCCO
Sevgiler
MOCCCO
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder