KARIŞIK KASET FİLMİ
Merhabalar arkadaşlar
Merhabalar arkadaşlar
Bugün sizlere Kasım 2014 döneminde vizyona giren ve benim çok
severek ve beğenerek izlediğim KARIŞIK KASET filmi hakkındaki
görüşlerimi ve izlenimlerimi yazmak istiyorum.
Filmin başında ''Dünya Dönüyor'' şarkısı çalınca
bu filme gelerek çok doğru bir tercih yaptığımı anladım. Zaten filme gitmeden
önce biraz bilgi almış. Yazılanları okumuştum. 90'lar döneminde çocukluk
yaşadığım için bu film çok ilgimi çekmişti. Çünkü filmin içinde 90larda çalan
şarkılar vardı ve ben 90'lı yılları hafızasından silememiş biri olarak, o
dönemleri yeniden yaşamak fikri çok hoşuma gitmişti. Sizi bilmem ama ben kendi
adıma doksanlar dönemini hiç unutamadım. Şarkıları, filmleri ile çok başka bir
dönemdi. Ne kadar şanslıyım ki o dönemi yaşayabildim. Doksanların tadı bir
başkaydı. Bunu yaşayanlar çok iyi bilirler.
Gelelim filme; film içinde çocukluktan bu yana birbirini seven
ama yıllarca kavuşamayan bir çift anlatılıyor. Çiftimizin adı Ulaş ve
İrem. Çiftimiz doksanlı yıllarda önce çocukluk arkadaşı olarak karşımıza
çıkıyor. Daha doğrusu biz öyle görüyoruz. Ama aslında o zamanlardan beri var
olan bir ilişki var aralarında. Bunu birbirlerine ifade edemiyorlar bir türlü.
Ulaş ve İrem aynı apartmanda yaşayan komşu çocuklarıdır. Aynı
zamanda da çocukluk arkadaşlarıdır.
Ulaş filmimizin esas oğlanı, İrem’e sırılsıklam aşık ama ona bir
türlü açılamıyor. Çünkü çok çekingen bir çocuk. Ne zaman kızın karşısına
çıksa o anda sanki dili tutuluyor ve bir şey diyemiyordu. Evde kendi kendine
İrem’e söyleyeceklerini defalarca prova ediyor ama eyleme dökemiyor. Ulaş’ın
ailesine gelirsek; sorunları olan bir ailesi olduğunu gördüm. Ulaş’ın babası
tam bir müzik aşığı. Müzik tutkunu bir baba-oğul ilişkisini gördüm. Ulaş’ın
babası her müziği, her şarkıyı bilen ve müzik konusunda çok bilgisi olan bir adam.
Ama şarkıların çoğunu beğenmiyor. Şarkılarla hayatımız adı altında bir kitap
yazdığını görüyoruz. 70’lerde, 80’lerde, 90’larda çalan, piyasaya çıkan
şarkıları yazdığını anlıyoruz. Ama nedense bir türlü bitemiyor kitap. Nedenini
ilk başta anlayamıyoruz. Bir gün babası yine kitap yazarken, bir yandan da
müzik dinliyor o sırada Ulaş giriyor odaya kasetçalardan babası ile şarkı
dinlerlerken, Ulaş’ın ‘Benimle çıkar mısın İrem’ sesi yükseliyor. Ulaş çok
utanıyor. Babası da bakıyor ki oğlu yüz yüze konuşamıyor. O zaman sen de
karışık kaset hazırla diyor. İşte filmimize ismini veren o an. Ulaş artık
yüzlerce şarkı dinliyor, seçiyor ve yüzlerce karışık kaset çıkıyor ortaya.
Ama hiçbirini bir türlü kıza veremiyor. Burada aklıma çok güzel bir
şiir geldi arkadaşlar. Tam da bu duruma uygun aslında, bence bir türlü
birbirlerine itiraf edemedikleri duyguyu en güzel bu şiir ifade ediyor.
Bakın Nahit Ulvi Akgün ne güzel de anlatmış şiirinde.
''Bir şey
var aramızda,
Senin
bakışlarından belli,
Benim yanan yüzümden.
Dalıveriyoruz arada bir
İkimizde aynı şeyi düşünüyoruz belki,
Gülüşerek başlıyoruz söze.
Bir şey var aramızda,
Onu buldukça kaybediyoruz isteyerek.
Fakat ne kadar saklasak da nafile
Bir şey var aramızda,
Senin gözlerinde ışıldıyor,
Benim dilimin ucunda…''
Hatta bu durumla ilgili aklıma gelen başka sözler de var. İşte onlardan bazıları:
‘Bir şey var aramızda, tam olarak adını koyamadığım ama gözlerinde saklı SEN.’
‘Bir şey var aramızda. Varlığı yok, yokluğu var…’
İşte arkadaşlar tam da bu şiirde olduğu gibi aralarında çok şey olmasına rağmen bir türlü söze dökemeyen çiftimiz bir türlü kavuşamıyor. Çocukluklarında başlıyor kavuşamamaları. Ulaş bir türlü anlatamıyor. Onca kaset hazırlıyor onları da veremiyor.
Ama ta ki kızın doğum gününe gidene dek; gerçi orada da tam verecekken vazgeçiyor. En son İrem gelip Ulaş biz taşınıyoruz dediğinde al karışık kaset diyor. Kız da başka bir şey demiyor musun diyor, o da kaset var ya işte diyor. Ulaş’ı bu hale sokan İrem’in başka bir çocuktan hoşlandığını düşünmesinden kaynaklanıyor. 90’lar dönemi böylece bitiyor.
Benim yanan yüzümden.
Dalıveriyoruz arada bir
İkimizde aynı şeyi düşünüyoruz belki,
Gülüşerek başlıyoruz söze.
Bir şey var aramızda,
Onu buldukça kaybediyoruz isteyerek.
Fakat ne kadar saklasak da nafile
Bir şey var aramızda,
Senin gözlerinde ışıldıyor,
Benim dilimin ucunda…''
Hatta bu durumla ilgili aklıma gelen başka sözler de var. İşte onlardan bazıları:
‘Bir şey var aramızda, tam olarak adını koyamadığım ama gözlerinde saklı SEN.’
‘Bir şey var aramızda. Varlığı yok, yokluğu var…’
İşte arkadaşlar tam da bu şiirde olduğu gibi aralarında çok şey olmasına rağmen bir türlü söze dökemeyen çiftimiz bir türlü kavuşamıyor. Çocukluklarında başlıyor kavuşamamaları. Ulaş bir türlü anlatamıyor. Onca kaset hazırlıyor onları da veremiyor.
Ama ta ki kızın doğum gününe gidene dek; gerçi orada da tam verecekken vazgeçiyor. En son İrem gelip Ulaş biz taşınıyoruz dediğinde al karışık kaset diyor. Kız da başka bir şey demiyor musun diyor, o da kaset var ya işte diyor. Ulaş’ı bu hale sokan İrem’in başka bir çocuktan hoşlandığını düşünmesinden kaynaklanıyor. 90’lar dönemi böylece bitiyor.
Film birden 10 sene ileri gidiyor. 2000 yılına geliyoruz. Burada
Ulaş’ın istemediği bir iş yaptığını görüyoruz. Bankada çalışıyor ama aynı
zamanda da hayaline doğru koşuyor. Hayali ne diye sorduğunuzu duyar gibi oldum.
Filmi izlemeyen arkadaşlar için de söylüyorum. Hayali babası gibi müzik
alanında çalışmak ama müzisyen olmak değil. Müzik alanında bir dergide yazı
yazmak istiyor. Tabi takdir edersiniz ki öyle kolay değil bu işler. Önce abuk
sabuk tiplere gönderiyor. Egemen diye uçuk kaçık bir şarkıcıya gidiyor albümü
hakkında yazı yazmak için. Ama öyle komik bir şarkı çalıyor ki, Ulaş da takım
elbise ile olaya girince iyice komik bir hale geliyor. Ama asıl 2000 yılında
Ulaş’ın o istediği gibi bir ünlü sanatçı için albüm yazacağını öğreniyoruz hem
de SEZEN AKSU için yazacak. Ardından da yeniden Ulaş’ın İrem ile karşılaşması
bizi heyecanlandırıyor. Bir kitapçıdalar. Çünkü Ulaş’ın Sezen Aksu’nun yeni
albümünün CD’sini alması gerekiyor.
Gelelim kitapçıda olanlara Önce Ulaş görüyor İrem’i ama görmemiş
gibi yapıyor. Dalmış gitmiş gibi davranıyor. O sırada İrem onu fark edip ben
İrem diyor. Ulaş hangi İrem deyince de kendini hatırlatıyor. Ulaş burada
kendince rol yapıyor. Oldukça eğlenceli sahneler. Bir kahve içmeye diye
oturup saatlerce konuşuyorlar. O sırada Ulaş’ın cd’ yi kaybettiğini görüyoruz.
Başlıyorlar aramaya fakat bir türlü bulamıyorlar. Sonra Ulaş’ın babasından bir
telefon geliyor evde yangın çıktığına dair. İlk başta söylemiştim ya bir kitap
yazıyordu diye o yazdığı kitabı yaktığını söylüyor telefonda. Ulaş ne
yapacağını bilemiyor. İrem ile beraber eve gidiyorlar. Ulaş babasına çok
kızgın. Babası ise rahat oğlunu gördüğü için. Ulaş babasının yıllarca
yazdıklarını, bütün emeklerini yaktığını görünce daha da kızıyor. Anlayamıyor.
Aslında bizim bu filmden Ulaş’ın babası sayesinde çıkarmamız gereken bir ders
olduğunu görüyoruz. Bir insan için en acı şey yıllarca babasının büyük emekler
vererek yazdığı onca şeyi küçücük bir çakmakla, ani bir sinir sonucunda yakıp
küle döndürmesidir. Biz buradan anlıyoruz ki ne olursa olsun emek verdiğimiz
hiçbir şeyi bir anda yakıp yıkmamalıyız emeğimize saygı duymalıyız. Ulaş bu
olaylar karşısında emeğin ne kadar önemli ve değerli bir şey olduğunu anlıyor
ve hayatına o şekilde yön veriyor. Ulaş babasının hatalarından ders alıp kendi
yaşamını kendisi yönetiyor Yani kısacası filmde hatalardan ders alınması
gerektiği belirtiliyor. Bir türlü bitmeyen kitabın bitmeyiş nedenini de böylece
anlıyoruz aslında. Ulaş babasından çocukken emek vermeyi öğrenmişti. Pes
etmeden o kitabı bitireceğini söyleyen babasından sürekli umut etmeyi
öğrenmişti. Ama o an ne oldu biliyor musunuz? Ufacık bir kibrit parçasının
yıllar yılı özenle, azimle, umutla yazdığı her şeyi yok etmeye yetiyormuş. Ulaş
belki de o an babası sayesinde hiçbir emeğini yakmamayı acı bir şekilde de olsa
öğreniyor. En azından benim yorumum bu.
Bu arada Ulaş’ın annesinin babasını terk edip gittiğini de
öğreniyoruz. Aslında annesi böyle yaparak hem babasını hem de kendisini terk
ediyordu. Ulaş için hayat çok zor ve karmaşık bir haldeydi. Annesi uzaklara
gitmiş oğlunu bile unutmuştu.
Peki size bu filmde yıllar yılı her filmde görmeye alıştığımız bir
klişe yıkılmış desem ne dersiniz buna? Merak ettiniz değil mi? Biz Türk
sinemasında genelde ana- oğul ve baba-kız ilişkisini görürdük. Belki de uzun
zaman sonra ilk defa güçlü bir baba-oğul ilişkisi gördük. Ne olursa olsun
babasını bırakmayan bir erkek evlat. Görmeye alışık olmadığımız sahnelerden
değil mi? Beni filmde etkileyen şeylerden biri de buydu. Silik bir anne
karakteri vardı karşımızda ve babanın ön planda olduğunu, baba ile oğlun
arasında güçlü bir bağın olduğunu bu kadar net başka bir filmde daha görmedim.
Hemen ‘’Babam ve Oğlum’’ vardı diyeceksiniz. Ama orada konu çok farklıydı. Orada
güçlü ve oğlunu seven bir anne vardı. Oğlunu hiç bırakmak istemeyen bunun için
kocasına dahi kafa tutan bir anne. Sadık ve oğlunu derseniz orada iş çok
başkaydı. Sadık karısını doğum yaparken kaybetmişti. Onun için oğlu ona çok
bağlıydı. Ama bu filmde öyle değil. Bu film bir klişeyi yıkmış. Beni çok
etkiledi.
Biz gelelim ana hikayemize dönelim tatlı aşıklarımıza…
O sırada Ulaş ve İrem arasında bir konuşma geçiyor. Belki de
filmin en can alıcı sahnelerinden biri bu. Çalan şarkı ‘İçimdeki
Fırtına’ bu şarkının derin bir hikayesi olduğunu öğreniyoruz. İrem bu
bana verdiğin kasette vardı diyor Ulaş da hayır o başka şarkıydı diyor ama bu
da harika bir şarkıdır diyor. Bu arada İrem şaşkın ‘Ulaş gerçekten her şarkıyı
hatırlıyor musun’ diye soruyor. Ulaş da ‘evet, tabii ki’ diyor. Arkadaşlar film
bize burada bir mesaj daha veriyor. ‘Her şarkının mutlaka bir hikayesi vardır.
Ama kimisi çok etkileyicidir, kimi de o kadar etkilemez ve bir iz bırakmaz.’
Ardından da o çalan şarkının hikayesini anlatmaya başlıyor. Bu bir Melih Kibar
bestesiydi. Şarkının hikayesine gelirsek; Melih Kibar ve Çiğdem Talu çok büyük
bir aşk yaşıyorlar. Ama Melih Kibar İngiltere’ye okumaya gidiyor. İlk gittiği
gün kaldığı yurtta gezerken bir fırtına çıkıyor. Melih Kibar ne olduğunu anlayamıyor
yurtta gezerken karanlıkta bir şeye çarpıyor ve bunun bir piyano olduğunu
anladığında oturup bu şarkıyı besteliyor. Hikaye bitti sanmayın şimdi en can
alıcı yere geliyoruz. Bu besteyi yapıp Türkiye’ye Çiğdem Talu’ya gönderiyor. 4
ay sonra bir mektup geliyor Çiğdem Talu’dan gönderdiğin besteye söz yazdım
diyor. Şarkının adına bakıyor. İçimdeki Fırtına ve o an şok oluyor. Hiç
bilmeden bu sözleri yazmış olması çok farklı değil mi? Bilmeyenler için
şarkının nakaratını paylaşıyorum:
İşte o an bir fırtına kopar
Sanki o an yer yerinden oynar
Hoyrat bir rüzgar eserken
Sallanan gemi misali
Sallanır durur içimde dünya
İşte bilmeden aynı duyguları yaşayıp bu şarkıyı yazmış olması
İrem’i de etkiliyor. Ulaş’a ‘Gel sen bankacı olma. CD’yi gidip bulabiliriz
diyor. Sen albüm için yazını yazmalısın diyor ve gidip buluyorlar alıyorlar
CD’yi. Derken tam kavuştular derken yine ayrılıyorlar. İrem Ulaş’a hayallerinin
peşinden gitmesini söylemese belki de gidip bankacı olacak ve bu hayattan çok
sıkılacaktı. Ama öyle olmayacağını görüyoruz en azından hissediyoruz. Ulaş
İrem’e bu defa karışık kaset yerine o döneme uygun olarak KARIŞIK CD veriyor.
Evet, tam da çiftimiz kavuştu diyoruz. Her şey güzel diyoruz. Ama yine olmuyor.
İkisi de birbirine aşık ama yine kavuşamıyorlar.
Film 10 sene daha ileriye gidiyor. Yıl 2010 oluyor ve Ulaş hem DJ
hem de albümler için, şarkılar için, müzikler için gazetede köşe yazarı
olmuş. Yani hayaline kavuşmuş. Ama mutlu değil gibi. İşinden memnun da
hayatından pek memnun değil gibi. Hem o çok sevdiği babasını kaybetmiş hem de
İrem’e kavuşamamış. Ama ona olan aşkı da hala sönmemiş. En yakın arkadaşı da
bunun farkında onun için düğününe İrem’i de çağırıyor. Ulaş ve İrem yine
karşılaşıyorlar. Burada filmin o unutulmaz cümlesini duyuyoruz. İzleyenler
bilirler ama izlemeyenler için paylaşmak istiyorum. Nasıl oluyor da oluyor? Ne
oluyor diye soruyor İrem. İşte bu oluyor. 10 yıl görüşmüyoruz sonra 10 dakika
görüşüyoruz ve bu oluyor diyor. İşte buradan aralarındaki o bağı görüyoruz. Ama
Ulaş kendi aile sorunları yüzünden, annesinin onu terk edişi yüzünden bütün
sorunlarının nedeni İrem’miş gibi davranıyor ve kız artık dayanamıyor. Beni
filmin içinde etkileyen bir diğer sahne de bu olmuştu. İrem öyle şeyler
söylüyor ki Ulaş’a ve gerçekten biz de kıza hak veriyoruz. Ulaş diyor ki sen de
beni herkes gibi terk ettin diyor. İrem de hayır ben seni terk etmedim, sen
beni gönderdin diyor. O da doğru ya diyor sen beni aldattın. O da ben seni
aldatmadım, seni başkasıyla aldattım diyor falan. İrem Ulaş’a ‘Ulaş ben senin
annen değilim. Ben senin baban da değilim. Ne annen gibi seni terk edip,
bırakıp gittim. Ne de baban gibi hiç bitmeyen bir kitaba daldım. Bunu anla
artık diyor. İşte o anda İrem Ulaş’ı yine kendine getiriyor. Ulaş onun
sayesinde babasının o hiç bitiremediği kitabı bitiriyor. Aslında ben filmde hep
şunu gördüm. Evet, Ulaş kendi hayatını yönetiyor. Ama aslında tüm hayatına İrem
sayesinde yön veriyor. Evet, babasının da payı çok büyük ama asıl İrem
sayesinde oluyor ne oluyorsa…
Gelelim artık filmin finaline; sonunda zor da olsa kavuşuyorlar.
İrem bir film yönetmeni olmuş çektiği filmin senaryosu ise çok tanıdık. Ulaş
ile yaşadıklarını anlatıyor ve sürekli filmin senaryosu değişiyor. Kararsız
olduğunu, çifti kavuşturmayacağını görüyoruz ama sürekli oyuncularda bir isyan
yine senaryo değişmiş diye.
Ulaş bitirdiği kitabı önce babasının mezarın götürüyor. Sonra da
İrem’e götürüyor. İrem için özel imzalıyor. Ona getiriyor ama İrem ben zaten
ilk çıktığında almıştım diyor. Buradan da anlıyoruz ki İrem Ulaş ne yaparsa onu
sürekli takip ediyor. Daha önce de gazetede yazdığı yazıyı çok beğendiğini
söylemişti. Bitmeyen bir hikaye onlarınki aslında. Gelelim sonuna; Ulaş İrem’e
bir film çekiyormuşsun. Senaryosu çok tanıdık geldi hayırdır diyor o da evet
ama senin bildiğin şekilde bitmiyor diyor. Kız buradan çıkınca ayrı yola
gidecek ve bu ilişki de, bu hikaye de burada bitecek diyor. Ulaş yani şimdi
bunca şey hiç yaşanmayacak mı diyor, bu arada kızın başındaki fular eksik
diyor. İrem de ne fark eder ki, buna mı takıldın diyor, olur mu diyor kız
çocuğun evinde o fuları unutacak, ertesi gün almaya geldiğinde ilişkileri
başlayacak diyor. İrem de hayır bu senaryo farklı ayrılacaklar diyor. Ulaş da
yapma diyor. Şimdi içeri gitsek çocuk kıza bir karışık cd verse ve ilişkileri
başlasa güzel olmaz mıydı diyor. İrem de Ulaş biz o yoldan çok yürüdük ama
başaramadık biliyorsun, yeniden denemenin bir faydası yok diyor. Ama sonunda
vazgeçiyor. Ve sarılıp kavuşuyorlar. Ardından Ulaş İrem’e bir şey uzatıyor
bakıyoruz ki karışık usb (flash bellek). Aslında biz bu filme aşkın gücü
diyebiliriz. Filmde gerçek bir aşk vardı ve gerçek aşk hep kazanır. Veee mutlu
son…
Gelelim filmde geçen, beğendiğim ve beni etkileyen ufak gibi
görünen ama önemli detaylara.
Filmde beni çok etkileyen detayları sizinle paylaşmaya çalıştım
arkadaşlar. En çok beni etkileyen şey ise Türk sinemasının büyük bir klişesinin
bu filmde yıkılmış olması. Her zaman görmeye alışık olduğumuz ANA-OĞUL,
BABA-KIZ ilişkisi yerine, silik bir anne karakteri, hatta kocasını terk
ederken, oğlunu da bırakıp giden bir anne, ama oğlunu hiç bırakmayan, daha
doğrusu oğlunun hiç babasını bırakmadığı güçlü bir baba-oğul ilişkisi. Evet,
film bir aşk filmi olabilir. Ama beni bu yönden çok etkilemişti.
Filmin çocuk oyuncuları çok başarılı bir oyunculuk sergilemişler.
Açıkçası o yaştaki insanların böyle bir performans göstermesi de filmin
başarısını gösteriyor.
Filmdeki eğlenceli detaylara değinmek istiyorum.
Filmde hoşuma giden sahnelerden biri de zaman ilerledikçe teknolojinin
müzikte olan etkilerini izledik. 1990’lı yıllarda Karışık Kaset, 2000’li
yıllarda Karışık CD ve 2010 yılında Karışık USB… Evet, filmin adını verdiği
karışık kaset olayı ile başlıyor. Doksanlı yıllarda Ulas irem’e karışık kaset
veriyor. 10 sene sonra o döneme adapte olarak ‘Karışık CD’ veriyor. Ardından da
en sonunda 2010 senesinde artık filmin sonlarında ‘Karışık USB’ verdiğini
görüyoruz. Burada dönemlere göre bir adaptasyon söz konusu olduğunu görüyoruz
ve çok eğlenceli bir detay olarak karşımıza çıkıyor. Yani teknolojiye adapte
olan bir film çekilmiş ve bence bu da çok başarılı bir film olmasına katkı
sağlamış.
Film bana ‘İçimdeki Fırtına’ şarkısının hikayesini de öğretmiş
oldu. Belki de ben bu filmi izlemeseydim hiçbir zaman o şarkının bu derin ve
etkileyici hikayesini bilemeyecektim. Hala yazarken bile tüylerim diken diken
oluyor. Nasıl bir aşkmış o öyle diye…
Filmin başrol oyuncularına gelirsek; Sarp Apak benim çok beğenerek
izlediğim bir oyuncu zaten. Bu filmde de bir kere daha anladım ki ona bu
romantik aşık adam karakterleri çok yakışıyor. En azından ben çok
yakıştırıyorum. Özge Özpirinçci de benim çok beğenerek izlediğim bir oyuncu.
Özellikle Veda filmindeki ‘Latife karakteri’ ile beni derinden etkilemişti. Bu
filmde de romantik filmlere yakışan bir oyuncu olduğunu görmüş oldum.
Esas gelelim Bülent Emin Yarar ve Sevinç Erbulak’ın
oyunculuklarına. Onların oyunculuklarına laf edilemez bence. İkisi de çok iyi
oynamışlar gerçekten. Bülent beyin zaten oyunculuğu tartışılamaz. Bülent beyi
tiyatroda izleme fırsatım olmuştu. ‘Profesyonel’ oyununda kendisini izlemiş ve
oyunculuğuna hayran kalmıştım. Yetkin Dikiciler ile beraber harika bir oyun
çıkarmışlardı. İzlemeyen arkadaşlara tavsiye ederim.
Sevinç Erbulak’ı ilk kez ‘Süper Baba’ dizisinde tanımıştım. Ondan
sonra da her oynadığı diziyi, filmi izlemeye başlamıştım. Kendisini çok
beğenirim, çok severek izlerim. Hatta kendisine sosyal medya aracılığı ile de
ulaşıp mesaj atabiliyorum. Çok sıcak bir insan. Emin olun siz de yazarsanız
size de cevap verecektir. Çok mütevazi, çok karakterli, çok düzgün bir oyuncu
kendisi.
Filmi izleyen bayan arkadaşlarım bilirler de izlemeyenler için ben
kendi düşüncemi size aktarmak istiyorum. Günümüzde bayanların en büyük hayali
sanırım Ulaş gibi bir adam. Hiç kimseyle ilişki yaşamadan, çocukluk aşkını
bekleyen bu adam çoğumuzun hayali diye düşünüyorum. Ne yalan söyleyeyim benim
hayalim değil çünkü ben zaten öyle bir adamla evliyim. Ama herkes benim kadar
şanslı değil maalesef. Günümüzde böylesi bir erkek yok denecek kadar azdır
herhalde.
İşte böyle arkadaşlar bence filmi izlemediyseniz, DVD’sini alıp izleyebilirsiniz. Ben şimdiden arşivime koydum bu güzel filmi. Sizlere de tavsiye ederim.
Bir başka yazımda görüşmek ümidi ile.
Hepinize kocaman sevgiler.
MOCCCO
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder