18 Mayıs 2015 Pazartesi

90LARI ANLATAN GÜZEL BİR FİLM

KARIŞIK KASET FİLMİ

Merhabalar arkadaşlar

Bugün sizlere Kasım 2014 döneminde vizyona giren ve benim çok severek ve beğenerek izlediğim KARIŞIK KASET filmi hakkındaki görüşlerimi ve izlenimlerimi yazmak istiyorum.

Filmin başında ''Dünya Dönüyor'' şarkısı çalınca bu filme gelerek çok doğru bir tercih yaptığımı anladım. Zaten filme gitmeden önce biraz bilgi almış. Yazılanları okumuştum. 90'lar döneminde çocukluk yaşadığım için bu film çok ilgimi çekmişti. Çünkü filmin içinde 90larda çalan şarkılar vardı ve ben 90'lı yılları hafızasından silememiş biri olarak, o dönemleri yeniden yaşamak fikri çok hoşuma gitmişti. Sizi bilmem ama ben kendi adıma doksanlar dönemini hiç unutamadım. Şarkıları, filmleri ile çok başka bir dönemdi. Ne kadar şanslıyım ki o dönemi yaşayabildim. Doksanların tadı bir başkaydı. Bunu yaşayanlar çok iyi bilirler.

Gelelim filme; film içinde çocukluktan bu yana birbirini seven ama yıllarca kavuşamayan bir çift anlatılıyor. Çiftimizin adı Ulaş ve İrem. Çiftimiz doksanlı yıllarda önce çocukluk arkadaşı olarak karşımıza çıkıyor. Daha doğrusu biz öyle görüyoruz. Ama aslında o zamanlardan beri var olan bir ilişki var aralarında. Bunu birbirlerine ifade edemiyorlar bir türlü.

Ulaş ve İrem aynı apartmanda yaşayan komşu çocuklarıdır. Aynı zamanda da çocukluk arkadaşlarıdır.

Ulaş filmimizin esas oğlanı, İrem’e sırılsıklam aşık ama ona bir türlü açılamıyor. Çünkü çok çekingen bir çocuk.  Ne zaman kızın karşısına çıksa o anda sanki dili tutuluyor ve bir şey diyemiyordu. Evde kendi kendine İrem’e söyleyeceklerini defalarca prova ediyor ama eyleme dökemiyor. Ulaş’ın ailesine gelirsek; sorunları olan bir ailesi olduğunu gördüm. Ulaş’ın babası tam bir müzik aşığı. Müzik tutkunu bir baba-oğul ilişkisini gördüm. Ulaş’ın babası her müziği, her şarkıyı bilen ve müzik konusunda çok bilgisi olan bir adam. Ama şarkıların çoğunu beğenmiyor. Şarkılarla hayatımız adı altında bir kitap yazdığını görüyoruz. 70’lerde, 80’lerde, 90’larda çalan, piyasaya çıkan şarkıları yazdığını anlıyoruz. Ama nedense bir türlü bitemiyor kitap. Nedenini ilk başta anlayamıyoruz. Bir gün babası yine kitap yazarken, bir yandan da müzik dinliyor o sırada Ulaş giriyor odaya kasetçalardan babası ile şarkı dinlerlerken, Ulaş’ın ‘Benimle çıkar mısın İrem’ sesi yükseliyor. Ulaş çok utanıyor. Babası da bakıyor ki oğlu yüz yüze konuşamıyor. O zaman sen de karışık kaset hazırla diyor. İşte filmimize ismini veren o an. Ulaş artık yüzlerce şarkı dinliyor, seçiyor ve yüzlerce karışık kaset çıkıyor ortaya.  Ama hiçbirini bir türlü kıza veremiyor.  Burada aklıma çok güzel bir şiir geldi arkadaşlar. Tam da bu duruma uygun aslında, bence bir türlü birbirlerine itiraf edemedikleri duyguyu en güzel bu şiir ifade ediyor. 
Bakın Nahit Ulvi Akgün ne güzel de anlatmış şiirinde.


''Bir şey var aramızda,
Senin bakışlarından belli,
Benim yanan yüzümden.
Dalıveriyoruz arada bir
İkimizde aynı şeyi düşünüyoruz belki,
Gülüşerek başlıyoruz söze.
Bir şey var aramızda,
Onu buldukça kaybediyoruz isteyerek.
Fakat ne kadar saklasak da nafile
Bir şey var aramızda,
Senin gözlerinde ışıldıyor,
Benim dilimin ucunda…'
'

Hatta bu durumla ilgili aklıma gelen başka sözler de var. İşte onlardan bazıları:

‘Bir şey var aramızda, tam olarak adını koyamadığım ama gözlerinde saklı SEN.’

‘Bir şey var aramızda. Varlığı yok, yokluğu var…’

İşte arkadaşlar tam da bu şiirde olduğu gibi aralarında çok şey olmasına rağmen bir türlü söze dökemeyen çiftimiz bir türlü kavuşamıyor. Çocukluklarında başlıyor kavuşamamaları. Ulaş bir türlü anlatamıyor. Onca kaset hazırlıyor onları da veremiyor.
Ama ta ki kızın doğum gününe gidene dek; gerçi orada da tam verecekken vazgeçiyor. En son İrem gelip Ulaş biz taşınıyoruz dediğinde al karışık kaset diyor. Kız da başka bir şey demiyor musun diyor, o da kaset var ya işte diyor. Ulaş’ı bu hale sokan İrem’in başka bir çocuktan hoşlandığını düşünmesinden kaynaklanıyor. 90’lar dönemi böylece bitiyor.

Film birden 10 sene ileri gidiyor. 2000 yılına geliyoruz. Burada Ulaş’ın istemediği bir iş yaptığını görüyoruz. Bankada çalışıyor ama aynı zamanda da hayaline doğru koşuyor. Hayali ne diye sorduğunuzu duyar gibi oldum. Filmi izlemeyen arkadaşlar için de söylüyorum. Hayali babası gibi müzik alanında çalışmak ama müzisyen olmak değil. Müzik alanında bir dergide yazı yazmak istiyor. Tabi takdir edersiniz ki öyle kolay değil bu işler. Önce abuk sabuk tiplere gönderiyor. Egemen diye uçuk kaçık bir şarkıcıya gidiyor albümü hakkında yazı yazmak için. Ama öyle komik bir şarkı çalıyor ki, Ulaş da takım elbise ile olaya girince iyice komik bir hale geliyor. Ama asıl 2000 yılında Ulaş’ın o istediği gibi bir ünlü sanatçı için albüm yazacağını öğreniyoruz hem de SEZEN AKSU için yazacak. Ardından da yeniden Ulaş’ın İrem ile karşılaşması bizi heyecanlandırıyor. Bir kitapçıdalar. Çünkü Ulaş’ın Sezen Aksu’nun yeni albümünün CD’sini alması gerekiyor.

Gelelim kitapçıda olanlara Önce Ulaş görüyor İrem’i ama görmemiş gibi yapıyor. Dalmış gitmiş gibi davranıyor. O sırada İrem onu fark edip ben İrem diyor. Ulaş hangi İrem deyince de kendini hatırlatıyor. Ulaş burada kendince rol yapıyor. Oldukça eğlenceli sahneler.  Bir kahve içmeye diye oturup saatlerce konuşuyorlar. O sırada Ulaş’ın cd’ yi kaybettiğini görüyoruz. Başlıyorlar aramaya fakat bir türlü bulamıyorlar. Sonra Ulaş’ın babasından bir telefon geliyor evde yangın çıktığına dair. İlk başta söylemiştim ya bir kitap yazıyordu diye o yazdığı kitabı yaktığını söylüyor telefonda. Ulaş ne yapacağını bilemiyor. İrem ile beraber eve gidiyorlar. Ulaş babasına çok kızgın. Babası ise rahat oğlunu gördüğü için. Ulaş babasının yıllarca yazdıklarını, bütün emeklerini yaktığını görünce daha da kızıyor. Anlayamıyor. Aslında bizim bu filmden Ulaş’ın babası sayesinde çıkarmamız gereken bir ders olduğunu görüyoruz. Bir insan için en acı şey yıllarca babasının büyük emekler vererek yazdığı onca şeyi küçücük bir çakmakla, ani bir sinir sonucunda yakıp küle döndürmesidir. Biz buradan anlıyoruz ki ne olursa olsun emek verdiğimiz hiçbir şeyi bir anda yakıp yıkmamalıyız emeğimize saygı duymalıyız. Ulaş bu olaylar karşısında emeğin ne kadar önemli ve değerli bir şey olduğunu anlıyor ve hayatına o şekilde yön veriyor. Ulaş babasının hatalarından ders alıp kendi yaşamını kendisi yönetiyor Yani kısacası filmde hatalardan ders alınması gerektiği belirtiliyor. Bir türlü bitmeyen kitabın bitmeyiş nedenini de böylece anlıyoruz aslında. Ulaş babasından çocukken emek vermeyi öğrenmişti. Pes etmeden o kitabı bitireceğini söyleyen babasından sürekli umut etmeyi öğrenmişti. Ama o an ne oldu biliyor musunuz? Ufacık bir kibrit parçasının yıllar yılı özenle, azimle, umutla yazdığı her şeyi yok etmeye yetiyormuş. Ulaş belki de o an babası sayesinde hiçbir emeğini yakmamayı acı bir şekilde de olsa öğreniyor. En azından benim yorumum bu.
Bu arada Ulaş’ın annesinin babasını terk edip gittiğini de öğreniyoruz. Aslında annesi böyle yaparak hem babasını hem de kendisini terk ediyordu. Ulaş için hayat çok zor ve karmaşık bir haldeydi. Annesi uzaklara gitmiş oğlunu bile unutmuştu.
Peki size bu filmde yıllar yılı her filmde görmeye alıştığımız bir klişe yıkılmış desem ne dersiniz buna? Merak ettiniz değil mi? Biz Türk sinemasında genelde ana- oğul ve baba-kız ilişkisini görürdük. Belki de uzun zaman sonra ilk defa güçlü bir baba-oğul ilişkisi gördük. Ne olursa olsun babasını bırakmayan bir erkek evlat. Görmeye alışık olmadığımız sahnelerden değil mi? Beni filmde etkileyen şeylerden biri de buydu. Silik bir anne karakteri vardı karşımızda ve babanın ön planda olduğunu, baba ile oğlun arasında güçlü bir bağın olduğunu bu kadar net başka bir filmde daha görmedim. Hemen ‘’Babam ve Oğlum’’ vardı diyeceksiniz. Ama orada konu çok farklıydı. Orada güçlü ve oğlunu seven bir anne vardı. Oğlunu hiç bırakmak istemeyen bunun için kocasına dahi kafa tutan bir anne. Sadık ve oğlunu derseniz orada iş çok başkaydı. Sadık karısını doğum yaparken kaybetmişti. Onun için oğlu ona çok bağlıydı. Ama bu filmde öyle değil. Bu film bir klişeyi yıkmış. Beni çok etkiledi.



Biz gelelim ana hikayemize dönelim tatlı aşıklarımıza…
 O sırada Ulaş ve İrem arasında bir konuşma geçiyor. Belki de filmin en can alıcı sahnelerinden biri bu. Çalan şarkı ‘İçimdeki Fırtına’ bu şarkının derin bir hikayesi olduğunu öğreniyoruz. İrem bu bana verdiğin kasette vardı diyor Ulaş da hayır o başka şarkıydı diyor ama bu da harika bir şarkıdır diyor. Bu arada İrem şaşkın ‘Ulaş gerçekten her şarkıyı hatırlıyor musun’ diye soruyor. Ulaş da ‘evet, tabii ki’ diyor. Arkadaşlar film bize burada bir mesaj daha veriyor. ‘Her şarkının mutlaka bir hikayesi vardır. Ama kimisi çok etkileyicidir, kimi de o kadar etkilemez ve bir iz bırakmaz.’ Ardından da o çalan şarkının hikayesini anlatmaya başlıyor. Bu bir Melih Kibar bestesiydi. Şarkının hikayesine gelirsek; Melih Kibar ve Çiğdem Talu çok büyük bir aşk yaşıyorlar. Ama Melih Kibar İngiltere’ye okumaya gidiyor. İlk gittiği gün kaldığı yurtta gezerken bir fırtına çıkıyor. Melih Kibar ne olduğunu anlayamıyor yurtta gezerken karanlıkta bir şeye çarpıyor ve bunun bir piyano olduğunu anladığında oturup bu şarkıyı besteliyor. Hikaye bitti sanmayın şimdi en can alıcı yere geliyoruz. Bu besteyi yapıp Türkiye’ye Çiğdem Talu’ya gönderiyor. 4 ay sonra bir mektup geliyor Çiğdem Talu’dan gönderdiğin besteye söz yazdım diyor. Şarkının adına bakıyor. İçimdeki Fırtına ve o an şok oluyor. Hiç bilmeden bu sözleri yazmış olması çok farklı değil mi? Bilmeyenler için şarkının nakaratını paylaşıyorum:

İşte o an bir fırtına kopar

Sanki o an yer yerinden oynar
Hoyrat bir rüzgar eserken
Sallanan gemi misali
Sallanır durur içimde dünya

İşte bilmeden aynı duyguları yaşayıp bu şarkıyı yazmış olması İrem’i de etkiliyor. Ulaş’a ‘Gel sen bankacı olma. CD’yi gidip bulabiliriz diyor. Sen albüm için yazını yazmalısın diyor ve gidip buluyorlar alıyorlar CD’yi. Derken tam kavuştular derken yine ayrılıyorlar. İrem Ulaş’a hayallerinin peşinden gitmesini söylemese belki de gidip bankacı olacak ve bu hayattan çok sıkılacaktı. Ama öyle olmayacağını görüyoruz en azından hissediyoruz. Ulaş İrem’e bu defa karışık kaset yerine o döneme uygun olarak KARIŞIK CD veriyor. Evet, tam da çiftimiz kavuştu diyoruz. Her şey güzel diyoruz. Ama yine olmuyor. İkisi de birbirine aşık ama yine kavuşamıyorlar.

Film 10 sene daha ileriye gidiyor. Yıl 2010 oluyor ve Ulaş hem DJ hem de albümler  için, şarkılar için, müzikler için gazetede köşe yazarı olmuş. Yani hayaline kavuşmuş. Ama mutlu değil gibi. İşinden memnun da hayatından pek memnun değil gibi. Hem o çok sevdiği babasını kaybetmiş hem de İrem’e kavuşamamış. Ama ona olan aşkı da hala sönmemiş. En yakın arkadaşı da bunun farkında onun için düğününe İrem’i de çağırıyor. Ulaş ve İrem yine karşılaşıyorlar. Burada filmin o unutulmaz cümlesini duyuyoruz. İzleyenler bilirler ama izlemeyenler için paylaşmak istiyorum. Nasıl oluyor da oluyor? Ne oluyor diye soruyor İrem. İşte bu oluyor. 10 yıl görüşmüyoruz sonra 10 dakika görüşüyoruz ve bu oluyor diyor. İşte buradan aralarındaki o bağı görüyoruz. Ama Ulaş kendi aile sorunları yüzünden, annesinin onu terk edişi yüzünden bütün sorunlarının nedeni İrem’miş gibi davranıyor ve kız artık dayanamıyor. Beni filmin içinde etkileyen bir diğer sahne de bu olmuştu. İrem öyle şeyler söylüyor ki Ulaş’a ve gerçekten biz de kıza hak veriyoruz. Ulaş diyor ki sen de beni herkes gibi terk ettin diyor. İrem de hayır ben seni terk etmedim, sen beni gönderdin diyor. O da doğru ya diyor sen beni aldattın. O da ben seni aldatmadım, seni başkasıyla aldattım diyor falan. İrem Ulaş’a ‘Ulaş ben senin annen değilim. Ben senin baban da değilim. Ne annen gibi seni terk edip, bırakıp gittim. Ne de baban gibi hiç bitmeyen bir kitaba daldım. Bunu anla artık diyor. İşte o anda İrem Ulaş’ı yine kendine getiriyor. Ulaş onun sayesinde babasının o hiç bitiremediği kitabı bitiriyor. Aslında ben filmde hep şunu gördüm. Evet, Ulaş kendi hayatını yönetiyor. Ama aslında tüm hayatına İrem sayesinde yön veriyor. Evet, babasının da payı çok büyük ama asıl İrem sayesinde oluyor ne oluyorsa…

Gelelim artık filmin finaline; sonunda zor da olsa kavuşuyorlar. İrem bir film yönetmeni olmuş çektiği filmin senaryosu ise çok tanıdık. Ulaş ile yaşadıklarını anlatıyor ve sürekli filmin senaryosu değişiyor. Kararsız olduğunu, çifti kavuşturmayacağını görüyoruz ama sürekli oyuncularda bir isyan yine senaryo değişmiş diye.
Ulaş bitirdiği kitabı önce babasının mezarın götürüyor. Sonra da İrem’e götürüyor. İrem için özel imzalıyor. Ona getiriyor ama İrem ben zaten ilk çıktığında almıştım diyor. Buradan da anlıyoruz ki İrem Ulaş ne yaparsa onu sürekli takip ediyor. Daha önce de gazetede yazdığı yazıyı çok beğendiğini söylemişti. Bitmeyen bir hikaye onlarınki aslında. Gelelim sonuna; Ulaş İrem’e bir film çekiyormuşsun. Senaryosu çok tanıdık geldi hayırdır diyor o da evet ama senin bildiğin şekilde bitmiyor diyor. Kız buradan çıkınca ayrı yola gidecek ve bu ilişki de, bu hikaye de burada bitecek diyor. Ulaş yani şimdi bunca şey hiç yaşanmayacak mı diyor, bu arada kızın başındaki fular eksik diyor. İrem de ne fark eder ki, buna mı takıldın diyor, olur mu diyor kız çocuğun evinde o fuları unutacak, ertesi gün almaya geldiğinde ilişkileri başlayacak diyor. İrem de hayır bu senaryo farklı ayrılacaklar diyor. Ulaş da yapma diyor. Şimdi içeri gitsek çocuk kıza bir karışık cd verse ve ilişkileri başlasa güzel olmaz mıydı diyor. İrem de Ulaş biz o yoldan çok yürüdük ama başaramadık biliyorsun, yeniden denemenin bir faydası yok diyor. Ama sonunda vazgeçiyor. Ve sarılıp kavuşuyorlar. Ardından Ulaş İrem’e bir şey uzatıyor bakıyoruz ki karışık usb (flash bellek).  Aslında biz bu filme aşkın gücü diyebiliriz. Filmde gerçek bir aşk vardı ve gerçek aşk hep kazanır. Veee mutlu son…

Gelelim filmde geçen, beğendiğim ve beni etkileyen ufak gibi görünen ama önemli detaylara.

Filmde beni çok etkileyen detayları sizinle paylaşmaya çalıştım arkadaşlar. En çok beni etkileyen şey ise Türk sinemasının büyük bir klişesinin bu filmde yıkılmış olması. Her zaman görmeye alışık olduğumuz ANA-OĞUL, BABA-KIZ ilişkisi yerine, silik bir anne karakteri, hatta kocasını terk ederken, oğlunu da bırakıp giden bir anne, ama oğlunu hiç bırakmayan, daha doğrusu oğlunun hiç babasını bırakmadığı güçlü bir baba-oğul ilişkisi. Evet, film bir aşk filmi olabilir. Ama beni bu yönden çok etkilemişti.

Filmin çocuk oyuncuları çok başarılı bir oyunculuk sergilemişler. Açıkçası o yaştaki insanların böyle bir performans göstermesi de filmin başarısını gösteriyor.

Filmdeki eğlenceli detaylara değinmek istiyorum.
Filmde hoşuma giden sahnelerden biri de zaman ilerledikçe teknolojinin müzikte olan etkilerini izledik. 1990’lı yıllarda Karışık Kaset, 2000’li yıllarda Karışık CD ve 2010 yılında Karışık USB… Evet, filmin adını verdiği karışık kaset olayı ile başlıyor. Doksanlı yıllarda Ulas  irem’e karışık kaset veriyor. 10 sene sonra o döneme adapte olarak ‘Karışık CD’ veriyor. Ardından da en sonunda 2010 senesinde artık filmin sonlarında ‘Karışık USB’ verdiğini görüyoruz. Burada dönemlere göre bir adaptasyon söz konusu olduğunu görüyoruz ve çok eğlenceli bir detay olarak karşımıza çıkıyor. Yani teknolojiye adapte olan bir film çekilmiş ve bence bu da çok başarılı bir film olmasına katkı sağlamış.

Film bana ‘İçimdeki Fırtına’ şarkısının hikayesini de öğretmiş oldu. Belki de ben bu filmi izlemeseydim hiçbir zaman o şarkının bu derin ve etkileyici hikayesini bilemeyecektim. Hala yazarken bile tüylerim diken diken oluyor. Nasıl bir aşkmış o öyle diye…

Filmin başrol oyuncularına gelirsek; Sarp Apak benim çok beğenerek izlediğim bir oyuncu zaten. Bu filmde de bir kere daha anladım ki ona bu romantik aşık adam karakterleri çok yakışıyor. En azından ben çok yakıştırıyorum. Özge Özpirinçci de benim çok beğenerek izlediğim bir oyuncu. Özellikle Veda filmindeki ‘Latife karakteri’ ile beni derinden etkilemişti. Bu filmde de romantik filmlere yakışan bir oyuncu olduğunu görmüş oldum.

Esas gelelim Bülent Emin Yarar ve Sevinç Erbulak’ın oyunculuklarına. Onların oyunculuklarına laf edilemez bence. İkisi de çok iyi oynamışlar gerçekten. Bülent beyin zaten oyunculuğu tartışılamaz. Bülent beyi tiyatroda izleme fırsatım olmuştu. ‘Profesyonel’ oyununda kendisini izlemiş ve oyunculuğuna hayran kalmıştım. Yetkin Dikiciler ile beraber harika bir oyun çıkarmışlardı. İzlemeyen arkadaşlara tavsiye ederim.


Sevinç Erbulak’ı ilk kez ‘Süper Baba’ dizisinde tanımıştım. Ondan sonra da her oynadığı diziyi, filmi izlemeye başlamıştım. Kendisini çok beğenirim, çok severek izlerim. Hatta kendisine sosyal medya aracılığı ile de ulaşıp mesaj atabiliyorum. Çok sıcak bir insan. Emin olun siz de yazarsanız size de cevap verecektir. Çok mütevazi, çok karakterli, çok düzgün bir oyuncu kendisi.

Filmi izleyen bayan arkadaşlarım bilirler de izlemeyenler için ben kendi düşüncemi size aktarmak istiyorum. Günümüzde bayanların en büyük hayali sanırım Ulaş gibi bir adam. Hiç kimseyle ilişki yaşamadan, çocukluk aşkını bekleyen bu adam çoğumuzun hayali diye düşünüyorum. Ne yalan söyleyeyim benim hayalim değil çünkü ben zaten öyle bir adamla evliyim. Ama herkes benim kadar şanslı değil maalesef. Günümüzde böylesi bir erkek yok denecek kadar azdır herhalde.

İşte böyle arkadaşlar bence filmi izlemediyseniz, DVD’sini alıp izleyebilirsiniz. Ben şimdiden arşivime koydum bu güzel filmi. Sizlere de tavsiye ederim.
Bir başka yazımda görüşmek ümidi ile.

Hepinize kocaman sevgiler.

MOCCCO


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder