21 Haziran 2015 Pazar

DOST GİBİ GÖRÜNENLER

Yeniden merhaba arkadaşlar,

Uzun bir aradan sonra yine sizlerle bir şeyler paylaşmanın sevinci ve heyecanını yaşıyorum.

Bu aralar biraz az yazdım ama bunun ilhamla herhangi bir ilgisi yok. 3 haftadır ayağımda bir sakatlık söz konusu onun için de uzak kaldım buradan. Açıkçası bu durum canımı sıktı. Çünkü bir şeyler üretmek ve sizlerle paylaşmak, yazılarımla sizlere faydalı olmak istiyorum. Böylece de hayata daha çok motive oluyorum.


Bugün sizlere günümüzde çok sık karşılaştığımız, şu an karşılaşmamış olsak da karşılaşma olasılığınızın yüksek olduğu rol yapan dostları daha doğrusu dost gibi görünenleri yazmak istiyorum. İnsanlar artık çok iki yüzlü davranıyorlar. Güvenimizi sarsıyorlar ve bizi üzüyorlar. Bizi neden mi üzüyorlar? Çünkü biz onlara izin veriyoruz. Unutmayalım ki biz insanlara ne kadar müsaade edersek, onları ne kadar özel hayatımızın içine alırsak bizi kırmalarına da o kadar müsaade etmiş oluruz. Şimdi diyeceksiniz ki yani bütün suç bizde mi? Tabii ki hayır. Sadece insanlara çabuk güvenmeyin diye diyorum. Hiç güvenmeyin de diyemem elbette.

Gelelim yaşanılanlara. Neler yaşadık neler oldu? Bir düşünsenize hangimiz dost kazığı yemedik ki bu hayattan? Kimimizin dost kazığı ile tanışması ilkokulda olurken, kimimizin ortaokulda, kimimizin de lisede oluyor. Çok nadiren de hayatı boyunca hiç kazık yemeyen ama üniversiteye gittiğinde öğrenenler de olabilir aramızda. Dost gibi görünenler kimlerdir? Bizi çok sevdiğini sandığımız, yüreğimizi açtığımız, özel hayatımızın, özel alanımızın içine aldığımız, iki yüzlü insanlardır. Dileğim şudur ki; bu yazıyı okuyan çoğu kişi dost gibi görünen insanlarla çok az karşılaşmıştır. Ben belki de hepinizden çok karşılaştım bununla. Bu yazıyı yazma nedenim de aslında sizlere yaşadıklarımla ayna olabilmek. Çünkü yaşayanlar yaşadıklarını anlatmazlarsa kimsenin hayatına dokunamazlar, kimseye bir faydası da dokunamaz bu insanların. İşte ben bu noktada sizlerin hayatına ufak da olsa dokunmak istiyorum. Belki de bugün yaşadınız bu dediğimi yada aylar önce yaşadınız. Belki hiç yaşamadınız ama yakında yaşayacaksınız. Belki yıllar önce yaşadınız ve çok yara aldınız. O yara ilk günkü gibi kanamıyor elbette. Ama ilk zamanlardaki acıyı hatırlamış oldunuz. Amacım size o günleri hatırlatmak değil. Sadece şunu bilin ki yalnız değilsiniz arkadaşlar. Herkes bir şeyler yaşıyor. Kimisi benim gibi paylaşmayı seçiyor, kimisi de sessizliğe gömülüp susmayı...

Ben susmamayı seçenlerdenim. Bir şeyler yaşamış biri olarak o günlerde suskun kaldım ama şimdi konuşmak ve bir şeyler söylemek, sizlerle yaşadığım o anları paylaşmak gerek diye düşünüyorum. Çok detay vererek bir şeyler anlatmaktan yana değilim. Sadece herkesin yaşadığı ya da kendinden bir şeyler bulabileceği detaylar üstünde durup, ona göre bir şeyler paylaşmak istiyorum. Anlatacaklarım tamamen gerçek hayattan kendi gördüğüm, kendi yaşadığım olayları isim yer vs. bilgisi vermeden anlatacağım olaylardan oluşuyor.

Hadi hep birlikte, okul hayatımıza dönelim bir. Lisede iken yaşadığınız dostluklar, dost kazıkları, birbirini sever görünen, yan yana iken can ciğer kuzu sarması olup, uzaklaştıkları an birbirlerinin arkasından konuşan ve kuyusunu kazan insanlar vardı değil mi? Hepsi de kötü değildi elbette ama size kötülük ettiğini sandığınız ama aslında iyilik edenler vardı. Yani ne demek istedim; o size kazık atanlar sayesinde hayata erken atıldınız. Daha doğrusu gerçek hayatla lise çağlarında tanışmış oldunuz. O zaman tanışınca ilk anda şok oldunuz, acı çektiniz, üzüldünüz hatta öyle ki bu hayat yaşanılmaz hale geldi bile dediniz ki bunu dediğinizde 16-17 yaşlarındaydınız öyle değil mi? İşte çoğumuz o yaşlarda tanıştık hayatın gerçekleriyle önceleri bizi zorlasa da sonraları alıştık. Öyle ki hayat bize bu tip şeyleri umursamamayı dahi öğretti. Aslında çoğumuz genç yaşlarda tanışıyoruz zorluklarla. Ama ilk yaşadığımız anlarda çok üzülüyoruz. O zaman göremediğimiz bir şey var ki o da üniversite dönemine geldiğimizde eğer hiçbir şey yaşamamış olursak daha çok acı çekiyoruz. Ama öncesinde yaşarsak bir zaman sonra daha olağan geliyor bazı şeyler. Öyle ki hissizleşiyor ve tepkisiz kalıyoruz. Kısacası duygusal tepkiler vermekten vazgeçiyoruz. Doğal karşılıyoruz. Aslında doğal olmadığı halde bize olağan geliyor. Ama öncesinde çok çok üzülüyoruz. Sonra üzülmekten vazgeçince de duygusuz bir insan haline geliyoruz.

Bir düşünün; kardeşimi kankam, can dostum dediğiniz kaç insan sizi sırtınızdan bıçakladı? 20 senelik dostlar bile yıllar sonra ayrı düşer hale gelmişken; birkaç senede tanıdığınızı sandığınız dostlar nasıl olur? Hadi bırakın dostu, arkadaşı insanın akrabası bile yabancılaşıyorsa geri kalanını siz düşünün diyorum.
En büyük hata insanlara çabuk inanıp, her dediğine kanmak. Karşımızdaki insanları kendimiz gibi görmek. Meşhur bir laf vardır ya kişi karşındakini kendisi gibi bilir diye. Ne kadar da doğru bir söz. Herkes bizim gibi değil. Bizim gibi görünüp, bize dost görünen ne yılan insanlar var şu hayatta. Hepsi birer imtihan. Hele de kısa sürede size kardeş diyen, abla diyen, abi diyenler var ya. Asıl onlara kanmayın derim. Onlar en tehlikeli gruptalar. Çünkü sizi kandırıp, sizin canınızı acıtmaktan zevk alanları bile çıkabilir içlerinden. En çok da rol yapanı olur. İki yüzlüdür size dostu oynar ama arkanızdan kuyunuzu kazar. Çok var bu devirde böylesi insanlar. Dost gibi görünenler işte bunlara dikkat edin, her sırrınızı vermeyin, zaaflarınızı göstermeyin. Size acı vermelerine müsaade etmeyin. İyice tanımadan bu tip insanlara değer vermeyin. Sonra acı çeken siz olursunuz. Ama ne olursa olsun o insanlar size kötülük yapsa da siz kötü olmayın. Unutmayın ki bütün bunlar imtihan bizler için. Siz onların durumuna düşmeyin. O kötülük yaparsa susun ve Allah'a havale edin. Ben hep öyle yaptım ve kazanan ben oldum. Unutmayın siz iyi olduktan sonra sizi üzen insan sizi kaybederek kendine en büyük cezayı vermiş olur. Siz onu yok sayın ve hayatınıza kaldığınız yerden devam edin.

Unutmayalım ki hiçbir acı, hiçbir dert, hiçbir keder kalıcı değil şu fani hayatta. Şükür ki sizi çok seven dostlarınız hala var. Varsın önceden dost dedikleriniz sizin için yabancı olsun. Siz iyi olduktan sonra, iyi kalpli olduktan sonra yalnız kalmazsınız. Ama onlar yalnız kalırlar ve sonunda size muhtaç kalırlar. Bunu yaşadığınız zaman göreceksiniz. Ne ekerseniz onu biçersiniz bu hayatta.
İyilik, doğruluk, dürüstlük ekin ki; güzel dostlar edinin...

Son olarak sizlerle dostlukla ilgili güzel sözler paylaşmak istiyorum.

İyi güne aldanıp dostlarım var sanırsın, Unutma! Gerçek dostu, kötü günde tanırsın..

Sahte dost sabuna benzer; Elini yüzünü temizledikten sonra ayağını kaydırır.

Eğer hamuru kötü yoğrulmuşsa bir insanın ve bir kazık atacaksa kolay kolay uzakta birini bulamaz zaten. Dostuna atar o kazığı.

Düşman kelimesinin anlamını dost sıfatını taşıyanlardan öğrendim.

İnsanları tanıdıkça hayvanları daha çok seviyorum.



En son olarak da Haluk Levent'in 'Can Dostum' şarkısının sözlerini paylaşmak istedim.

CAN DOSTUM

Bir şarkı yazmak istedim, içinde dostluk olsun
Birden sen geldin aklıma, can dostum
Bu şarkıda seni ne çok özlediğimi
Anlatmak istedim sana bir kere olsun
Bir sen kaldın bana, sakın bırakma
Al yollarına hisset yanında
Dostum, dostum, dostum, can dostum

Burada her şey sahte dostum gülümsemeler bile
Burada her şey sahte dostum sevmeler bile

Şimdi yanımda olmasan da
Seni yaşamamı engelleyemez hiç bir şey asla
Şu anda çok uzakta olsan da
Sen aslında benimlesin yanı başımda
Sarıl yine bana al yollarına
Hisset yanında ağla göz yaşımda
Dostum,dostum,dostum,can dostum

Burada her şey sahte dostum gülümsemeler bile
Burada her şey sahte dostum sevmeler bile


Umarım ki hepimizin hayatında düzgün dostlar vardır ve hep var olacaklardır.

Herkese sevgiler

MOCCCO


11 Haziran 2015 Perşembe

BARDAĞIN DOLU TARAFINI GÖRMEK

HAYATA BARDAĞIN BOŞ DEĞİL DE DOLU TARAFINDAN BAKABİLMEK

Merhabalar arkadaşlar,

Bugün yine yeni bir yazımda daha sizlerle buluşmanın heyecanını, keyfini ve mutluluğunu yaşıyorum.

Bugün sizlerle günlük hayatımızda sıkça karşılaştığımız bir konu üstüne yazı paylaşmak istiyorum. Bardağın dolu tarafını görmekle ilgili olacak bu yazım. Umarım beğenerek okursunuz. Keyifli okumalar diyor yazıma başlıyorum.

Günlük hayatta, zorluklarla karşılaştığımız dönemlerde, her şeyin çok üstüne geldiğini düşündüğümüz dönemlerde yakın çevremizin ya da bizi çok seven bir dostumuzun bize söylediği bir cümle vardır. Belki hepimiz bunu hayatımızda en az bir kere olmak üzere çok kez duymuşuzdur. Bardağın boş değil de dolu tarafından baksan, o zaman daha az üzüleceksin demiştir yakın çevremiz bize. Gerçekten de bu tip olaylar hepimizin başına gelmiyor mu? Bazen birileri bizi çok incitiyor. Başlıyoruz üzülmeye ve sürekli bardağın boş tarafını görmüyor muyuz? Cevabınızın evet olduğunu duyar gibi oluyorum. Çok sıkıntı yaşadığınız bir dönemi hatırlayın şimdi. Bir sürü derdiniz varken, siz bu derdinizi bir dostunuza açmak istediniz ve o sizi tersledi, sizi bencillikle suçladı. Hatta çok daha ileriye gitti. ‘Zaten sen hep kendini düşünürsün, kendini anlatırsın. Biraz da benim halimi sorsan dedi.’ Halbuki, kendisi zaten sizinle son dönemlerde çok az konuşuyordu. Siz onun hayatıyla ilgili ne sorsanız kısacık yanıtlar veriyor, kendi hayatına dönüyordu. Bu sizin dostum dediğiniz biriydi. Siz ona samimi bir şekilde derdinizi, başından geçenleri anlatmak istemiştiniz sadece öyle değil mi? Ama o ne yapmıştı sizi başınızdan atmıştı. O an siz ne hissetmiştiniz? Ben derdimi en yakınım dediğimle paylaşmayacaksam kimle paylaşacağım demiştiniz değil mi? Ama siz aslında çok sevilen bir insansınız. Başka dostlarınız var, sizi her an dinlemeye hazır, her koşulda sizin yanınızda olan dostlarınız var ya. Onlar iyi ki varlar öyle değil mi? ‘Evet’ dediğinizi duyar gibi oldum yine. Aynen öyle arkadaşlar, sizi her koşulda sizi seven, sizin her derdinizi dinleyen, kötü günlerinizde yanınızda olan ve sizi başından savmayan insanlar varken hiç üzülmenize değmeyen biri için üzmeyin kendinizi, sıkmayın o tatlı canınızı.
Yani bardağın boş değil, dolu tarafını görün diyorum. Çünkü her zaman canınızı sıkacak olaylar olacaktır. Dostum dedikleriniz de sizi yarı yolda bırakacak ve sizi bencillikle dahi suçlayacaktır. Sizin en mutlu ve en kötü günlerinizde yanınızda olan insanlara bakın ve onları kaybetmeyin.
Gelelim başka örneklere. Nice hayatlar var önümüzde. Televizyonlardan izlediğimiz, kitaplardan okuduğumuz acı dolu hayatlar. Her zaman kendimizden kötü durumda olan insanlara bakıp, halimize şükretmeliyiz. İşte böyle yaparsak bardağın dolu tarafından bakmış oluruz. Örneğin engelli bir insan gördüğümüzde ona acımak yerine, kendi halimize şükredip çok şükür elim ayağım tutuyor demeliyiz. Bizden çok daha iyi durumda olanlara imrenmeden bir yaşam sürdüğümüz zaman ‘Bardağın dolu tarafından hayata bakmış oluruz.’ Arkadaşlar.  Aslında hayatımızın içindeki olumsuzluklardan ziyade, olumlu yanlarımıza odaklanmak ve halimizden mutlu olmak anlamına gelir. Bugün bir etrafınıza bakın, sosyal medyada bir gezinin, televizyonu açın ve haberlere bakın. Nice acı dolu olaylar okuyacak ve izleyeceksiniz. İşte o an bugün de nefes alıyoruz, bu günde yaşıyoruz diyerek olumsuzlukları kafamızdan atalım. Bugün okuduğunuz bir acı haber oldu diyelim. Yine bir anne evlat acısı ile yanmış, yine birileri suçsuz yere öldürülmüş. Ama siz evinizde ve sıcak yatağınızda uyuyabiliyor ve huzurla bir gün geçirebiliyorsanız ne mutlu size.
Geçenlerde bir kitap okudum. ‘Uçurtma Avcısı’ isimli bir kitaptı bu. Çok acı dolu bir hikayeyi anlatıyordu. Kitabını okuduktan sonra filmini de izleme fırsatı buldum. Uçurma Avcısı 2006-2007 döneminde dünyada en çok satan kitaplar arasına girmiş. Yürek burkan ve acı dolu bir hikayeyi, Afganistan’ın Sovyet işgalini, Taliban dönemini bir aile dramıyla perçinleyerek anlatmış. Herkesin hayatında bir kere de olsa bu kitabı okumasını yürekten tavsiye ediyorum. Dedim ya acı bir hikaye. Afganistan’da başlayan ve Sovyet işgali sonrası ülkesini terk edip Amerika’ya yerleşen yani Amerika Birleşik Devletleri’ne kadar uzanan bir hayat hikayesi okumuş oluyorsunuz. Şii olan ve Şii olmayanların savaşını anlatıyor. Yani acı, göz yaşı dolu bir hayat sunuyor bize başarılı yazar Khaled Hosseini.
Dediğim gibi kitabı okuduktan hemen sonra filmini de izleyince iyice etkilendim. Kendi hayatıma, yaşadığım o güzel çocukluk dönemine, ailemin başımda olmasına ve onlarla çocukluğumu yaşayabildiğime, derin acılar görmediğime şükrettim. Yine bardağın dolu tarafını görmüş oldum.

Benden çok daha genç olan ve beni takip eden sevgili arkadaşlar sizlere sesleniyorum. Ben de sizler gibi lise döneminden geçtim. Zorlukların olduğu dönemleri de geçirdim. Ama hiçbir zaman isyan etmedim, ağlasam da, çok üzülsem de hep olumlu yanlara tutunup yani aileme tutunup atlattım her zor dönemi. Size de tavsiyem ailenizin değerini bilmenizdir. Çünkü ben lisedeyken anne-babasını yitiren çok arkadaşımı gördüm. Onları gördükçe dedim ki hayat zor da olsa ailem başımda, annem- babam sağ. Arkadaşlarımın acılarını paylaşmaya çalıştım. Kendi dert ettiğim şeyler çok boş geldi. Belki de onların acıları ile ben kendime geldim. Hayat ne garip öyle değil mi? Birilerinin acısı, size şükür vesilesi oluyor. Neden sizlere seslendim diye merak ettiniz sanırım. Çünkü ben de sizin yaşadığınız o dönemlerden geçtim. Aranızda benden kat kat zorluklar yaşamış olanlar olabilir. Ama ben lise hayatının daha doğrusu okul hayatının verdiği zorlukları yaşayanlara sesleniyorum. Şu an dert ettiğiniz şeyler gün gelecek geçecek ve bunları neden yaşadığınızı ancak ileride anlayacaksınız. O yüzden sevgilinizden ayrıldınız diye hayata küsmeyin. Unutmayın herkes bir şekilde sizin başınıza geleni yaşadı veya yaşayacak. Hayat her zaman sürprizlerle doludur. Tam da bu anda aklıma bir söz geldi hemen sizinle onu paylaşmak istiyorum.
“Bugün olmadı diye sızlandığın duaya, gün gelir olmadı diye şükredersin.” Şems-i Tebrizi
İşte bu sözde anlatılmak istenen de tam da size söylemek istediğim şey. Ne olmuş sevgilinizden ayrıldınız ise, ne olmuş en yakın dostunuz size katık atmışsa, ne olmuş sevgiliniz sizi en yakın arkadaşınızla aldatmışsa; tüm bunların bir çaresi var. Bütün bunlara takılmak yerine, yaşadığınız güzel şeylere odaklanıp, bardağın boş tarafından hayata bakmayı bırakın arkadaşlar. Amacım ve niyetim sizi sıkmak, size sürekli öğüt vermek değil ama size bazı şeyleri fark ettirmek görevim. En azından ben böyle düşünüyorum.


Bardağın dolu tarafını görmek emin olun bize çok şeyler katacaktır. Neden derseniz; bardağın boş tarafına bakanlar her zaman kötümserdirler ve mutsuz olurlar. Kötümser olmanın da bize hiçbir faydası olmaz. Ama yaşadığımız durumlarda bardağın dolu tarafından baktığımız zaman, iyimser ve pozitif düşünen insanlar oluruz. Bu da bize fayda getirir.

Ben sanırım bardağın çoğunlukla dolu tarafını görenlerdenim. Bardağın boş tarafına yöneldiğimde ise sevgili dostlarım beni uyarır ve kötülüğün içindeki iyilikleri, şer gibi görünen şeylerin hayır olduğunu gösterirler. Belki de maneviyatımla olaylara bu şekilde bakabiliyorum.
Aslında şöyle bir etrafa bakıyorum da hiçbir şey göründüğü gibi değil. Ne insanlar, ne yaşanılanlar, ne de olaylar... Mesele şu ki biz sadece ya görmek istediklerimizi görüyoruz ya da buz dağının görünen kısmına bakıyoruz. Ama aslında görünmeyen onca şey var ki. Kimse o ayrıntılarla ilgilenmiyor.

Gelin size bir örnek vereyim. Bugün belki de milyonlarca insan ya sevgilisinden ayrıldı, ya da sevgilisi tarafından terk edildi. Ayrılık çanları çaldığı için de dünya başına yıkıldı. Evet, tabii ki böyle bir durumda gülsün, oynasın, eğlensin denmez ama dünyanın da sonu değil. Hemen ''Batsın Bu Dünya'' demek gerekmiyor. Çünkü insanın her zaman halime şükür demesi gerekiyor. Sağlığı yerinde ise sağlığım yerinde, ailesi sağ ise ailem sağ ve yanımda, belki de böylesi hayırlıydı. İleride daha çok üzülmektense şimdi ayrılmak daha hayırlı olmuştur benim için demesi gerekir. Tahmin ediyorum ki ilk anda olaya bu şekilde bakacak çok fazla insan yok. Ama ölüm hariç her şeyin çaresinin olduğu bu hayatta, ayrılık acısının da devası zamanda saklıdır. Zaman geçtikçe insan daha az üzüldüğünü görecektir. Zaman ölüm acısını bile hafiflettiğine göre, ayrılık acısını da geçirir. İşte yine bardağın dolu tarafını görmüş olduk.

Sevgili arkadaşlar unutmayalım ki; bu hayatta hayır gibi görünen şerler, şer gibi görünen hayırlar var. Her zaman hayatımızdaki olumlu yanlara bakarsak daha mutlu, hayata daha pozitif bakan insanlar oluruz. İleride ebeveyn olduğumuzda da iyimser, mutlu ve hayatın pozitif yanlarını gören bireyler yetiştirmiş oluruz.

Son söz: 

Bazı kimseler, güllerin dikeni olduğundan yakınırlar. Ben dikenlerin gülü olduğuna şükrederim.
(Alphonse Karr )

İyimser insan, her felakette bir fırsat, kötümser insan da her fırsatta felaket görür. ( Çin Atasözü )

Hoşunuza gitmemekle birlikte, savaş üzerinize yazılmıştır. Bir şey sizin için hayırlı olduğu halde siz ondan tiksinebilirsiniz. Ve bir şey sizin için şer olduğu halde siz onu sevebilirsiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz. ( Bakara Suresi 216. Ayet)


Teşekkür: Bu yazıyı yazmamda bana fikir veren arkadaşım Eda GÜNEŞ' e huzurunuzda teşekkür ediyorum. O bana eğer abla bardağın dolu tarafından bakalım demeseydi ayağım kırıldığında, bu yazı da ortaya hiç çıkamazdı.
Edacığım çok teşekkürler.

Herkese saygılar sevgiler,

MOCCCO

26 Mayıs 2015 Salı

ZAMAN DURMAZ

ZAMAN DURMAZ

Unutma zamanı kimse durduramaz.
Senin derdinle başkası savaşamaz.
Bu kötü günleri senden başkası atlatamaz.
Sen hayat geçmesin desen de;
Zaman hiç durmaz.

Seni senden başkası anlayamaz.
Derdine kimse çare bulamaz.
Bu dertler seni asla yıkamaz.
Sen zaman akmasın desen de;
Zaman hiç durmaz.

Unutma bu anı kimse donduramaz.
Sen istesen de hiçbir şey durmaz.
Hayat sana hiçbir zaman acımaz.
Sen öylece durup beklesen de;
Zaman hiç durmaz.

Bu hayat seni ayakta tutmaya çalışmaz.
Hayat kanunu sorunlar yakanı hiç bırakmaz.
Herkes her zaman seni anlamaya çalışmaz.
Sen zaman dursun istesen de;
Zaman hiç ama hiç durmaz.


MOCCCO

MUCİZE


 MUCİZE

Masum bir yüzde görüp de sevdim ben seni.
Hiç anlatamadım o içimdeki saf sevgini.
Denize bakınca hep senin gözlerini gördüm
Bir bebeği sever gibi sevdim seni.
Hep masum hallerindi benim sende gördüğüm.
O güzel kalbin bir çocuğunki kadar temizdi.
Çok farklı sevdim ben senin yüreğini.
Seninleyken bir melek gibi hissediyordum ben kendimi.
Ben senin sevgi dolu meleğin olurken;
Sen bana geldin bir mucize gibi.

Bir güvercinin beyaz kanadında gördüm ben seni.
Orada sevdim senin her şeyini.
Tarif edemedim hiç sana olan hislerimi.
Gökyüzüne bakınca hep o güzel yeşil gözlerini gördüm.
Bir ufak çocuğu sever gibi sevdim ben seni.
Sen biraz yaramaz ama bir o kadar da masum bir çocuk gibi.
Geldin sevdirdin bana kendini.
Sen yanımdayken kendimi bir çiçek gibi hissediyordum.
Ben senin hiç solmayan çiçeğin olurken;
Sen bana su verdin bir hayat kaynağı, bir mucize gibi…


MOCCCO

İÇİMDEKİ UÇURUMLAR

İÇİMDEKİ UÇURUMLAR

Zaman sanki üstüne kapanıyor bir defter misali.
Her sayfası üst üste kapanıyor.
O kapandıkça içinde anılar kalıyor.
Üzerimize umutlarımızı kapatıyor sanki.
Mutlulukları kapatıp hüzünleri ortaya çıkarıyor.
Acıları çıkarıp sevinçleri içine hapsediyor.
Bir alacak verecek hesabı gibi.
Sayfa sayfa ilerliyor.
Ben sessizce yürüyorum insanlar arasında
Onlar habersizce mutluyken;
Ben içten içe onlar için gözyaşı döküyorum.
Gözlerimden kan damlıyor sanki.
Herkes kendim için ağlıyorum sanırken;
Ben gülümseyen gözlere bakarak onlara ağlıyorum.
Sanki içimde bir uçurum var.
Kendimi o uçurumun kıyısında hissediyorum.
Sonra içimdeki uçurumdan boşluğa bırakıyorum kendimi…


MOCCCO

22 Mayıs 2015 Cuma

BIR SES VAR İÇİMDE


BİR SES VAR

Bir ses var içimde!
Artık o eski dostluklar bitiyor.
Kimse kimseyi dinlemeyi bırak,
Sanki yüzüne dahi bakmıyor.
Sen iyilik istedikçe kalbin daha çok kırılıyor.
Sen sen ol arkadaş!
Kimseye kendinden fazla değer verme.
Kimseyi de asla çok sevme!
Hep en çok kırılan sen olursun.

Bir ses var yüreğimde!
Devir menfaat devri olmuş.
insanlar iyi kalpli olmayı bırak,
Sanki acımasız, gaddar ve kara kalpli doğmuş.
O dostça sevgiler bir çiçek gibi solmuş.
Sen sen ol arkadaş!
Kimseye çok iyi niyet gösterme!
Kimseyi de asla kendin gibi görme!
Yine en çok üzülen olursun.

Bir ses duyuyorum kalbimde.
Artık buralarda dostluklar kazanmıyor.
Dostlar sevgi dolu olmayı bırak,
Sevgiden bihaber ve bencil davranıyor.
Dost acıyı tatlı da söylemiyor.
Sen sen ol ey arkadaş!
Kimseye dostum deyip sırrını verme!
Kimselere de çok güvenme.
Her zaman en büyük kaybeden sen olursun!

Bir ses var yüreğimin en derinlerinde.
Dostunu düşmanını iyi seç diyor.
Dost bulmayı bırak,
Düzgün arkadaş bulsan kardir diyor.
iyiler hep kaybediyor.
Ama sen iyilikten,doğruluktan şaşma diyor.
Sen sen ol arkadaş!
Hayatın boyunca kötülükten uzak dur diyor.
Kimseye kötülük etme, kötü söz de söyleme
Hayatın boyunca kazanan sen olursun!


Evet arkadaşlar bu şiiri bugün yazdım ve hemen sizlerle paylaşmak istedim. Umarım beğenirsiniz.

Sevgiler

MOCCCO


21 Mayıs 2015 Perşembe

AŞK 2

AŞKIN TARİFİ YOK, SEVGİYİ ANLATAN ÇOK

Merhabalar arkadaşlar,
Bugün sizlerle yeni bir yazımda daha buluşmanın heyecanı ve mutluluğu içindeyim. Umarım bu yazacağım yazıyı da beğenerek okursunuz.

Bugünkü yazımın konusu geçenlerde yazdığım yazının konusu gibi. Yine size aşk konusunda yazmak istedim. Ama bu defa daha farklı aşklar olduğunu anlatacağım bütün aşklar olumsuz değildir sonuçta.

Öncelikle sizlerle en önemli aşkı paylaşacağım. Allah aşkını anlatacağım ilk önce. O ki bambaşka bir aşktır. Hz. Mevlana’nın sözlerinden anladığımız o mukaddes aşk. Unutmayın hepimiz önce Allah aşkını bilmeliyiz.  Her şeyden önce Allah aşkı gelmeli. Her işimizde önce Allah demeliyiz. Allah sevgisinin üstünde bir sevgi yok, olmamalı da. Unutmayın ki Allah der ki; Kimi benden çok seversen onu senden alırım. Ve ekler; Onsuz yaşayamam deme, seni onsuz da yaşatırım. Ve mevsim geçer, gölge veren ağaçların dalları kurur, Sabır taşar. Canından saydığın yar bile bir gün el olur. Aklın şaşar, dostun düşmana dönüşür. Düşman kalkar dostun olur. Öyle garip bir dünya, Olmaz dediğin ne varsa olur. Düşmem dersin düşersin. Şaşmam dersin şaşarsın. En garibi de budur ya; Öldüm der durur yine de yaşarsın... Onun için kimseyi Allah’tan çok sevmemeyi öğrenmeliyiz. Çünkü Mevlana’nın da dediği gibi neyi, kimi çok istersen; o senin imtihanındır. Bir şeyi çok istemek değil de hayırlısı demek en güzelidir arkadaşlar. Bu çok önemlidir. Hayırlısı diye başlamadığınız her yolun sonunda ağır bir imtihanla karşılaşırsınız. Bu bazen dayanamadığınız noktalara da gelir. Ama şu sözü hep hatırlayalım derim: "Her şey üstüne gelip, seni dayanamayacağın bir noktaya getirdiğinde, sakın vazgeçme! İşte orası kaderinin değişeceği noktadır!" Açıkçası ben hayatım boyunca bu sözlerin ışığında yaşamaya çalıştım. Size de tavsiye ederim arkadaşlar. Mevlana bir yaşam felsefesi olmuştur benim için. Neyse kısaca biz Hz. Mevlana’dan Allah aşkını öğreniyoruz arkadaşlar. Özellikle bu konudan haberi olmayan genç arkadaşlara sesleniyorum. Mevlana sözlerini okuyun. Mevlana felsefesini anlamaya çalışın. Allah aşkını o zaman anlamış olacaksınız.

Bir diğer aşk ise annenin evladına duyduğu aşk olmalı. Bu bizim anladığımız manada bir aşk değil. Anne ve evlatları arasındaki gönül bağının ifadesidir. Şu dünyada sizi en çok Allah, Allah’tan sonra da anneniz sever arkadaşlar. Anne aşkı, evlat aşkı bambaşka duygulardır. Ben bir anne değilim ama ben bir evladım ve çok şükür ki annem hayatta. Ben bu size anlattığım aşkı yaşadım. Annem benim tırnağıma zarar gelse günlerce üzülür, ben hasta olsam başımda bekler, ben kötü bir şey yaşasam dünyası başına yıkılır. Allah annelerimizi başımızdan eksik etmesin. Ben lise çağlarımda annesini kaybeden çok arkadaşıma şahit oldum. Çok acıydı yaşadıkları. O zamandan  beri hep şükrederim ki Allah annemi bizlere bağışlıyor. Siz de anneniz hayatta ise onun elini öpün, hayır duasını alın ve onu üzmeyin arkadaşlar. Eğer ki aranızda annesi hayatta olmayanlar varsa bilsin ki, annesinin ruhuna dua ederse huzur bulacaktır. Anne aşkını, annenin evladına duyduğu aşkı anlatmaya çalıştım sizlere arkadaşlar. Başka bir dünyadır anne…

Gelelim müzik aşkı, resim aşkı, kitap aşkı, sinema aşkı gibi aşklara. Görüyorsunuz ya çok fazla aşk var hayatımızda. Her konuyu aşka bağlayabiliyoruz. Örnek vermek gerekirse; kendimden bir örnek vereyim. Çocukluğumdan beri müzik aşkım vardır. Çok severim müziği dinlemeyi, şarkı söylemeyi, müzik aleti çalmayı bu benim için bir aşktır. Hala da aynı şekilde hissediyorum. Müziksiz bir dünya düşünemiyorum ben.
Sadece müzik değil; yazısız da bir dünya düşünemiyorum ki. Yazı yazmak da çocukluğumdan miras bana. Okumuş bir ailenin ferdi olduğum için, annemin yazma yeteneği olduğu için, bu yazma yeteneği bana bir genetik miras. Allah’ın bana bahşettiği bir yetenek. Sizlere de tavsiyem yetenekleriniz doğrultusunda adımlar atmanızdır. Meslek aşkı da bu kategoriye girer. Günümüzde çoğu insan sevdiği mesleği yapamıyor. Umarım aranızda sevdiği mesleği yapanlar vardır. Mesleğine gönül verenler vardır ya da ileride sevdiği mesleği yapacak olanlar vardır. Ben bunu ilk önce anne ve babamda gördüm. İkisi de mesleğine aşık insanlardı. Onlardan öğrendim ben meslek aşkını aslında. Annem emekli sınıf öğretmeniydi ve mesleğine aşıktı yoksa 30 sene boyunca yapamazdı diye düşünüyorum. Babam İnşaat yüksek mühendisi. Babam da mesleğine aşık. 5 yaşında ben inşaat mühendisi olacağım demiş ve olmuş biri.  Mesleğine aşık ve işkolik bir insan. Benim rol modelim ailem oldu kitap okumak, yazı yazmak hep onlardan geçti bana. İyi ki geçmiş yoksa şu an yazılarımla sizlere buluşamazdım.

Diyeceksiniz ki hani aşkı, sevgiyi anlatacaktınız. Başka başka konulardan gittiniz diyebilirsiniz. Ama ben öncelikli olarak bunları anlatmak istedim. Artık yazımın bundan sonrasında kendi tespitlerimi sizlerle paylaşacağım.

Bir düşünün, sizi en çok etkileyen filmleri, şarkıları, romanları bir düşünün. İçlerinde hep var olan duygulardan biri aşktı değil mi? Hiç düşündünüz mü neden bütün sevilen filmlerde aşk vardır diye. Aslında cevabı basit. Hepimiz filmlerdeki bir aşk arıyoruz. Yeşilçam filmlerine bir bakın. Eminim çoğunu izlemişsinizdir. Orada hep gerçek bir aşk gördük. Aşık olduğu adamın gözleri kör diye ona gözlerini veren aşık kadını (Kambur Filmi), aşık olduğu adamın bir kolu yok diye kendi kolunu kesen kadını (Zulüm Filmi) belki hatırlarsınız. Bununla sınırlı sanmayın. Sırf aşık olduğu adam ölüme mahkum bir hasta diye ondan ayrı kalmamak için çok dua eden kadının en sonunda depremle beraber sevdiği adam ile beraber ölmesini izlediğimiz bir film (Çile Filmi) de oldu. Nice filmler oldu. Emel Sayın ve Tarık Akan’ın Feryat filmini hatırlar mısınız? Sevdiği adamın annesi kendisini oğluna yakıştırmadı diye ondan vazgeçmişti kadın. Sen benim oğluma layık değilsin demişti. Sen bir şarkıcısın demişti. Kadın o annenin düşüncesine saygı duyup çekip gitmiş. Sevdiği adamı da parası yok diye terk ettiğini söyleyen bir mektup bırakmıştı. Böyle aşklar kaldı mı bilinmez ama büyük bir aşk izlemiştik o filmde. İşte görüyorsunuz ya hep aşk vardı izlediğimiz filmlerde. Daha çok örnekleri var. Aklıma gelen çok film var. Çoğu da dramatik, acı filmler. Aşk varsa acı da vardır diyen filmler. Biz aşkı arayan insanlar olduk izlediğimiz filmlerle. Çünkü bizler aşk filmleriyle  büyüdük. Tertemiz saf aşıkların filmleriyle. Nice film izledim. Hemen hemen hepsinde aşk vardı. O zaman çok  anlayamasam da şu an anlıyorum ki; aşk filmlerini çok sevme nedenimiz aşkın eksikliğini yaşamamızdan kaynaklanıyor. İnsan hep kendinde eksik olanı izlemek istiyor. Aşk bizlerde eksik.  Günümüze bir bakıyorum da sanal aşklar, sahte aşklar yaşanıyor. Herkes birbirine seni seviyorum diyor manasını dahi bilmeden. Bir yalanın içinde yaşıyor insanlar. Aşık oldum yalanı ile kandırıyor kendini, karşısındakini. Oysa bırakın aşık olmayı, çoğu sevmeyi bile bilmiyor. Sevmek ne demek, aşık olmak ne demek bilmiyor. Her şey çok hızlı tükeniyor. Teknolojiden kaynaklı internet ortamında sitelerde yaşanan saçma sapan aşklar var. Evli insanlar oralarda aşkı aramaya başlamış. Anlayamıyorum. Sakın yanlış anlamayın kınamıyorum kimseyi. Allah ıslah etsin, akıl fikir versin diyorum sadece.

 Yani arkadaşlar aşk bizlerde eksik bir duygu olmuş. Bütün her şeye aşkın konu olması da bize bunu ispatlıyor. Filmlerdeki gibi bir aşk yaşadık mı hiç birimiz? Var mı içimizde öylesi, destansı bir aşk yaşayan? Varsa bile çok az olmalı. Aşkı için ondan vazgeçmek, sırf o mutlu olsun diye aşkını feda etmek. Bakın aklıma hangi film geldi. Bizim Aile filmini bilir misiniz? Hani orada evin büyük oğlu Ferit zengin bir kıza aşık oluyordu. Zengin kız fakir oğlan aşkı idi. Zengin kızın fabrikatör babası bu ilişkiye karşıydı onun için kız oğlana kaçıyordu ve evleniyorlardı. Ama sonra ne oluyordu? Zalim baba oğlanın ailesine eziyet ediyordu. Evin babası Yaşar Usta’yı işinden etmişti. Tüm aileyi evinden etmişti. O sırada birbirine aşık çiftimiz ne yapmıştı ayrılmıştı. Aileleri için aşklarını feda etmişlerdi. Soruyorum size bu devirde kim yapar bunu? Aşkından vazgeçip ayrılmaya cesareti olan var mıdır ki? Ben bile onlardan değilim itiraf ediyorum o kadar fedakar olabilir miyim bilmiyorum. Öyle bir olay yaşamadım bilmiyorum  ama filmlerdeki bir aşk ancak hayal oluyor bence.

 Aşk eksik, aşk hepimizin aradığı, kimimizin bulduğu, kimimizin bulup da kaybettiği, kimimizin hiç bulamasa da ısrarla beklediği, kimimizin bulduğunu sandığı o tarifsiz duygu işte. Aşkın tarifi yok. Çünkü her yaşayan kendine göre tanımlamaya çalışıyor. Ben kendi tanımımı paylaşayım sizinle; aşk ne kadar acı çeksen de, ne kadar zorluk yaşasan da sevdiğinden vazgeçmemektir, direnmektir, mücadele etmektir. Aşk tüm zorluklara göğüs gererek sevdiğinin yanında olabilmektir. Aşk bir yaz yağmurunda ıslanmak gibidir. Ne kadar ıslanacağını bile bile yine o yağmurda ıslanmaktır. Aşk içinde kimine göre tutku, kimine göre huzur, kimine göre şefkat, kimine göre de sahiplenilmeyi barındıran bir duygudur. Aşk yüreğinin öteki yarısını bulmaktır. Aşk cesaret ve yürek işidir arkadaşlar. Zorluğunu bilerek içine girmek gerekir. Aşk kapıyı burmadan içeri girer ve hiçbir zaman geliyorum demez. Bir bakmışsınız aşık olmuşsunuz farkında bile olmadan. Çünkü aşk asla sizden izin almaz. Aşk geliyorum demez ama gidiyorum der. Gidişi de ya sizi yıkar, ya karşınızdakini tüketir. Aşkın gidişi yakıcı olur dedim ya gidişi zordur yakar, yıkar. Ama bitmişse de yapacak bir şey kalmamıştır. Aşk bittiyse size kalan kabullenmek olacaktır. 

Dedim ya filmlerdeki gibi bir Aşkı bulmak çok zor. Belki de Aşkı aramayı bırakıp, sevmeyi öğrenmemiz gerek zaten Aşkın bir diğer boyutu da sevgidir. Sevmek ve sevilmek çok güzeldir. Leyla ve Mecnun filmini hatırlar mısınız nasıl da seviyorlardı birbirlerini ama Yaşadıkları müddetçe kavuşamadılar. Acı bir sevdaydı onlarınki. Samanyolu filmini hatırlar mısınız? Orada da birbirini çok seven bir çift vardı ama kardeş gibi büyümüşlerdi ve kız bunu kabul etmemişti. 
Adam ise perişan olmuştu ama asla sevgisinden vazgeçmemişti. Hatta sevdiği kız başkası ile nişanlanmaya karar vermişti ki bu adamın arkadaşı idi. O zaman bile sevgisinden vazgeçmemiş hep bir umutla bekleyiş içindeydi. Bu devirde kim öyle bekler ki kim bu kadar sabreder ki? Artık bırakın böyle filmlerdeki sevdaları, gerçek sevda bulmak çok zor olur hâle geldi.

Gerçek hayatta çok büyük aşklar, sevdalar var yok değil ama çoğumuz bunu bilmiyoruz. Çünkü yaşamadık öyle değil mi arkadaşlar? Ama sırf sevdiği kadın başka bir adamla mutlu olacak diye ondan vazgeçmeyi göze alan adamlar da var buna yürekten inanıyorum. Böylesi sevdalar da var. Umarım bir gün karşınıza böyledir seven bir adam çıkar kızlar.

Yazımı burada noktalarken, bana bu yazıyı yazmamda ilham veren Şevval'ime çok çok teşekkür ediyorum. Aşk, sevgi bunlar güzel ve yaşanılası duygular. Umarım bir gün herkes hayatında bir kere de olsa yaşar... Unutmayın aşkın tarifi yok, sevginin ise tarif yapanı çok...

Umarım beğenerek okumuş olduğunuz bir yazı olmuştur. Yüreğimden gelerek yazdığım bu yazıyı noktalarken sizlere sevgilerimi sunuyorum arkadaşlar ve bir başka yazımda buluşmak ümidi ile diyorum.

Sevgiler,

MOCCCO

20 Mayıs 2015 Çarşamba

KENDİMİ ARADIM

KENDİMİ ARADIM

Bu gece kendimi aradım her yerde
Nerdeydi o eski benliğim?
Nerde kalmıştı benim güzel günlerim?
Kimdeydi en temiz hislerim?
Çok sordum bunları kendime
Ama bulamadım cevapları hiçbir yerde.

Bu akşam kendimi aradım yine
Nerede benim o güzel sözlerim?
Kimde benim eski halim?
Nerede kalmıştı benim öz benliğim?
Ne kadar çok sordum bunları kendi kendime
Ama yoktu cevaplar hiçbir yerde.

Bu gece kendimi aradım delicesine.
Nerede benim yanan ateşim?
Kimde benim duygulu kalbim?
Neredesiniz güzel çocukluk günlerim?
Hep sordum bunları içimdeki sese.
Ama duyamadım cevapları hiçbir şekilde.

Bugün kendimi aradım her şeyde
Esen yelde, oluşan selde, gördüğüm her gözde…
Neredeydi artık benim eski halim?
Kimde benim duygulu benliğim?
Nerede kalmıştı benim yüreğim?
Her an sordum bunları kendime
Ama bulamadım cevapları hiçbir yerde.

MOCCCO

BİR ÇOCUĞUN ACISI

BİR ÇOCUĞUN ACISI

Dün bir çocuk gördüm yolda.
Yürüyordu önümde ağlaya ağlaya.
Yanına gidip sordum: Neden ağlıyorsun sen burada?
O da dedi ki ben ağlıyorum en değerli varlığıma.
Ben ağlıyorum onsuz kalışıma.
Ben isyan ediyorum hayatıma.
Feryadım artık onsuzluğa.
Ben kül oluyorum yana yana.
Ben nasıl dayanacağım onsuz kalmaya.
İşte bu yüzden ağlıyorum doya doya.
Sonra çocukla birlikte yürüdük o yolda.
O başladı biraz da olsun anlatmaya.
Ben de çalıştım onu anlamaya.
İsyanım var dedi bu yaşama.
Ben nasıl dayanacağım onsuz kalmanın acısına.
Ardından yine sordum: Neden ağlıyorsun sen şu anda?
Cevap veremedi bir türlü bana.
Sonra dedi ben gidiyorum şu karşıdaki mezarlığa.
Ve hıçkıra hıçkıra şunu söyledi: Ben ağlıyorum anama...
Ardından beraber girdik mezarlığa.
Gittik annesinin mezarının başına.
O ağladı hıçkıra hıçkıra.
Ben ise dua ettim Yüce Yaradana.
O yine söyledi: Ben ağlıyorum canıma.
Ben ağlıyorum canımdan kopan parçama....

MOCCCO

18 Mayıs 2015 Pazartesi

90LARI ANLATAN GÜZEL BİR FİLM

KARIŞIK KASET FİLMİ

Merhabalar arkadaşlar

Bugün sizlere Kasım 2014 döneminde vizyona giren ve benim çok severek ve beğenerek izlediğim KARIŞIK KASET filmi hakkındaki görüşlerimi ve izlenimlerimi yazmak istiyorum.

Filmin başında ''Dünya Dönüyor'' şarkısı çalınca bu filme gelerek çok doğru bir tercih yaptığımı anladım. Zaten filme gitmeden önce biraz bilgi almış. Yazılanları okumuştum. 90'lar döneminde çocukluk yaşadığım için bu film çok ilgimi çekmişti. Çünkü filmin içinde 90larda çalan şarkılar vardı ve ben 90'lı yılları hafızasından silememiş biri olarak, o dönemleri yeniden yaşamak fikri çok hoşuma gitmişti. Sizi bilmem ama ben kendi adıma doksanlar dönemini hiç unutamadım. Şarkıları, filmleri ile çok başka bir dönemdi. Ne kadar şanslıyım ki o dönemi yaşayabildim. Doksanların tadı bir başkaydı. Bunu yaşayanlar çok iyi bilirler.

Gelelim filme; film içinde çocukluktan bu yana birbirini seven ama yıllarca kavuşamayan bir çift anlatılıyor. Çiftimizin adı Ulaş ve İrem. Çiftimiz doksanlı yıllarda önce çocukluk arkadaşı olarak karşımıza çıkıyor. Daha doğrusu biz öyle görüyoruz. Ama aslında o zamanlardan beri var olan bir ilişki var aralarında. Bunu birbirlerine ifade edemiyorlar bir türlü.

Ulaş ve İrem aynı apartmanda yaşayan komşu çocuklarıdır. Aynı zamanda da çocukluk arkadaşlarıdır.

Ulaş filmimizin esas oğlanı, İrem’e sırılsıklam aşık ama ona bir türlü açılamıyor. Çünkü çok çekingen bir çocuk.  Ne zaman kızın karşısına çıksa o anda sanki dili tutuluyor ve bir şey diyemiyordu. Evde kendi kendine İrem’e söyleyeceklerini defalarca prova ediyor ama eyleme dökemiyor. Ulaş’ın ailesine gelirsek; sorunları olan bir ailesi olduğunu gördüm. Ulaş’ın babası tam bir müzik aşığı. Müzik tutkunu bir baba-oğul ilişkisini gördüm. Ulaş’ın babası her müziği, her şarkıyı bilen ve müzik konusunda çok bilgisi olan bir adam. Ama şarkıların çoğunu beğenmiyor. Şarkılarla hayatımız adı altında bir kitap yazdığını görüyoruz. 70’lerde, 80’lerde, 90’larda çalan, piyasaya çıkan şarkıları yazdığını anlıyoruz. Ama nedense bir türlü bitemiyor kitap. Nedenini ilk başta anlayamıyoruz. Bir gün babası yine kitap yazarken, bir yandan da müzik dinliyor o sırada Ulaş giriyor odaya kasetçalardan babası ile şarkı dinlerlerken, Ulaş’ın ‘Benimle çıkar mısın İrem’ sesi yükseliyor. Ulaş çok utanıyor. Babası da bakıyor ki oğlu yüz yüze konuşamıyor. O zaman sen de karışık kaset hazırla diyor. İşte filmimize ismini veren o an. Ulaş artık yüzlerce şarkı dinliyor, seçiyor ve yüzlerce karışık kaset çıkıyor ortaya.  Ama hiçbirini bir türlü kıza veremiyor.  Burada aklıma çok güzel bir şiir geldi arkadaşlar. Tam da bu duruma uygun aslında, bence bir türlü birbirlerine itiraf edemedikleri duyguyu en güzel bu şiir ifade ediyor. 
Bakın Nahit Ulvi Akgün ne güzel de anlatmış şiirinde.


''Bir şey var aramızda,
Senin bakışlarından belli,
Benim yanan yüzümden.
Dalıveriyoruz arada bir
İkimizde aynı şeyi düşünüyoruz belki,
Gülüşerek başlıyoruz söze.
Bir şey var aramızda,
Onu buldukça kaybediyoruz isteyerek.
Fakat ne kadar saklasak da nafile
Bir şey var aramızda,
Senin gözlerinde ışıldıyor,
Benim dilimin ucunda…'
'

Hatta bu durumla ilgili aklıma gelen başka sözler de var. İşte onlardan bazıları:

‘Bir şey var aramızda, tam olarak adını koyamadığım ama gözlerinde saklı SEN.’

‘Bir şey var aramızda. Varlığı yok, yokluğu var…’

İşte arkadaşlar tam da bu şiirde olduğu gibi aralarında çok şey olmasına rağmen bir türlü söze dökemeyen çiftimiz bir türlü kavuşamıyor. Çocukluklarında başlıyor kavuşamamaları. Ulaş bir türlü anlatamıyor. Onca kaset hazırlıyor onları da veremiyor.
Ama ta ki kızın doğum gününe gidene dek; gerçi orada da tam verecekken vazgeçiyor. En son İrem gelip Ulaş biz taşınıyoruz dediğinde al karışık kaset diyor. Kız da başka bir şey demiyor musun diyor, o da kaset var ya işte diyor. Ulaş’ı bu hale sokan İrem’in başka bir çocuktan hoşlandığını düşünmesinden kaynaklanıyor. 90’lar dönemi böylece bitiyor.

Film birden 10 sene ileri gidiyor. 2000 yılına geliyoruz. Burada Ulaş’ın istemediği bir iş yaptığını görüyoruz. Bankada çalışıyor ama aynı zamanda da hayaline doğru koşuyor. Hayali ne diye sorduğunuzu duyar gibi oldum. Filmi izlemeyen arkadaşlar için de söylüyorum. Hayali babası gibi müzik alanında çalışmak ama müzisyen olmak değil. Müzik alanında bir dergide yazı yazmak istiyor. Tabi takdir edersiniz ki öyle kolay değil bu işler. Önce abuk sabuk tiplere gönderiyor. Egemen diye uçuk kaçık bir şarkıcıya gidiyor albümü hakkında yazı yazmak için. Ama öyle komik bir şarkı çalıyor ki, Ulaş da takım elbise ile olaya girince iyice komik bir hale geliyor. Ama asıl 2000 yılında Ulaş’ın o istediği gibi bir ünlü sanatçı için albüm yazacağını öğreniyoruz hem de SEZEN AKSU için yazacak. Ardından da yeniden Ulaş’ın İrem ile karşılaşması bizi heyecanlandırıyor. Bir kitapçıdalar. Çünkü Ulaş’ın Sezen Aksu’nun yeni albümünün CD’sini alması gerekiyor.

Gelelim kitapçıda olanlara Önce Ulaş görüyor İrem’i ama görmemiş gibi yapıyor. Dalmış gitmiş gibi davranıyor. O sırada İrem onu fark edip ben İrem diyor. Ulaş hangi İrem deyince de kendini hatırlatıyor. Ulaş burada kendince rol yapıyor. Oldukça eğlenceli sahneler.  Bir kahve içmeye diye oturup saatlerce konuşuyorlar. O sırada Ulaş’ın cd’ yi kaybettiğini görüyoruz. Başlıyorlar aramaya fakat bir türlü bulamıyorlar. Sonra Ulaş’ın babasından bir telefon geliyor evde yangın çıktığına dair. İlk başta söylemiştim ya bir kitap yazıyordu diye o yazdığı kitabı yaktığını söylüyor telefonda. Ulaş ne yapacağını bilemiyor. İrem ile beraber eve gidiyorlar. Ulaş babasına çok kızgın. Babası ise rahat oğlunu gördüğü için. Ulaş babasının yıllarca yazdıklarını, bütün emeklerini yaktığını görünce daha da kızıyor. Anlayamıyor. Aslında bizim bu filmden Ulaş’ın babası sayesinde çıkarmamız gereken bir ders olduğunu görüyoruz. Bir insan için en acı şey yıllarca babasının büyük emekler vererek yazdığı onca şeyi küçücük bir çakmakla, ani bir sinir sonucunda yakıp küle döndürmesidir. Biz buradan anlıyoruz ki ne olursa olsun emek verdiğimiz hiçbir şeyi bir anda yakıp yıkmamalıyız emeğimize saygı duymalıyız. Ulaş bu olaylar karşısında emeğin ne kadar önemli ve değerli bir şey olduğunu anlıyor ve hayatına o şekilde yön veriyor. Ulaş babasının hatalarından ders alıp kendi yaşamını kendisi yönetiyor Yani kısacası filmde hatalardan ders alınması gerektiği belirtiliyor. Bir türlü bitmeyen kitabın bitmeyiş nedenini de böylece anlıyoruz aslında. Ulaş babasından çocukken emek vermeyi öğrenmişti. Pes etmeden o kitabı bitireceğini söyleyen babasından sürekli umut etmeyi öğrenmişti. Ama o an ne oldu biliyor musunuz? Ufacık bir kibrit parçasının yıllar yılı özenle, azimle, umutla yazdığı her şeyi yok etmeye yetiyormuş. Ulaş belki de o an babası sayesinde hiçbir emeğini yakmamayı acı bir şekilde de olsa öğreniyor. En azından benim yorumum bu.
Bu arada Ulaş’ın annesinin babasını terk edip gittiğini de öğreniyoruz. Aslında annesi böyle yaparak hem babasını hem de kendisini terk ediyordu. Ulaş için hayat çok zor ve karmaşık bir haldeydi. Annesi uzaklara gitmiş oğlunu bile unutmuştu.
Peki size bu filmde yıllar yılı her filmde görmeye alıştığımız bir klişe yıkılmış desem ne dersiniz buna? Merak ettiniz değil mi? Biz Türk sinemasında genelde ana- oğul ve baba-kız ilişkisini görürdük. Belki de uzun zaman sonra ilk defa güçlü bir baba-oğul ilişkisi gördük. Ne olursa olsun babasını bırakmayan bir erkek evlat. Görmeye alışık olmadığımız sahnelerden değil mi? Beni filmde etkileyen şeylerden biri de buydu. Silik bir anne karakteri vardı karşımızda ve babanın ön planda olduğunu, baba ile oğlun arasında güçlü bir bağın olduğunu bu kadar net başka bir filmde daha görmedim. Hemen ‘’Babam ve Oğlum’’ vardı diyeceksiniz. Ama orada konu çok farklıydı. Orada güçlü ve oğlunu seven bir anne vardı. Oğlunu hiç bırakmak istemeyen bunun için kocasına dahi kafa tutan bir anne. Sadık ve oğlunu derseniz orada iş çok başkaydı. Sadık karısını doğum yaparken kaybetmişti. Onun için oğlu ona çok bağlıydı. Ama bu filmde öyle değil. Bu film bir klişeyi yıkmış. Beni çok etkiledi.



Biz gelelim ana hikayemize dönelim tatlı aşıklarımıza…
 O sırada Ulaş ve İrem arasında bir konuşma geçiyor. Belki de filmin en can alıcı sahnelerinden biri bu. Çalan şarkı ‘İçimdeki Fırtına’ bu şarkının derin bir hikayesi olduğunu öğreniyoruz. İrem bu bana verdiğin kasette vardı diyor Ulaş da hayır o başka şarkıydı diyor ama bu da harika bir şarkıdır diyor. Bu arada İrem şaşkın ‘Ulaş gerçekten her şarkıyı hatırlıyor musun’ diye soruyor. Ulaş da ‘evet, tabii ki’ diyor. Arkadaşlar film bize burada bir mesaj daha veriyor. ‘Her şarkının mutlaka bir hikayesi vardır. Ama kimisi çok etkileyicidir, kimi de o kadar etkilemez ve bir iz bırakmaz.’ Ardından da o çalan şarkının hikayesini anlatmaya başlıyor. Bu bir Melih Kibar bestesiydi. Şarkının hikayesine gelirsek; Melih Kibar ve Çiğdem Talu çok büyük bir aşk yaşıyorlar. Ama Melih Kibar İngiltere’ye okumaya gidiyor. İlk gittiği gün kaldığı yurtta gezerken bir fırtına çıkıyor. Melih Kibar ne olduğunu anlayamıyor yurtta gezerken karanlıkta bir şeye çarpıyor ve bunun bir piyano olduğunu anladığında oturup bu şarkıyı besteliyor. Hikaye bitti sanmayın şimdi en can alıcı yere geliyoruz. Bu besteyi yapıp Türkiye’ye Çiğdem Talu’ya gönderiyor. 4 ay sonra bir mektup geliyor Çiğdem Talu’dan gönderdiğin besteye söz yazdım diyor. Şarkının adına bakıyor. İçimdeki Fırtına ve o an şok oluyor. Hiç bilmeden bu sözleri yazmış olması çok farklı değil mi? Bilmeyenler için şarkının nakaratını paylaşıyorum:

İşte o an bir fırtına kopar

Sanki o an yer yerinden oynar
Hoyrat bir rüzgar eserken
Sallanan gemi misali
Sallanır durur içimde dünya

İşte bilmeden aynı duyguları yaşayıp bu şarkıyı yazmış olması İrem’i de etkiliyor. Ulaş’a ‘Gel sen bankacı olma. CD’yi gidip bulabiliriz diyor. Sen albüm için yazını yazmalısın diyor ve gidip buluyorlar alıyorlar CD’yi. Derken tam kavuştular derken yine ayrılıyorlar. İrem Ulaş’a hayallerinin peşinden gitmesini söylemese belki de gidip bankacı olacak ve bu hayattan çok sıkılacaktı. Ama öyle olmayacağını görüyoruz en azından hissediyoruz. Ulaş İrem’e bu defa karışık kaset yerine o döneme uygun olarak KARIŞIK CD veriyor. Evet, tam da çiftimiz kavuştu diyoruz. Her şey güzel diyoruz. Ama yine olmuyor. İkisi de birbirine aşık ama yine kavuşamıyorlar.

Film 10 sene daha ileriye gidiyor. Yıl 2010 oluyor ve Ulaş hem DJ hem de albümler  için, şarkılar için, müzikler için gazetede köşe yazarı olmuş. Yani hayaline kavuşmuş. Ama mutlu değil gibi. İşinden memnun da hayatından pek memnun değil gibi. Hem o çok sevdiği babasını kaybetmiş hem de İrem’e kavuşamamış. Ama ona olan aşkı da hala sönmemiş. En yakın arkadaşı da bunun farkında onun için düğününe İrem’i de çağırıyor. Ulaş ve İrem yine karşılaşıyorlar. Burada filmin o unutulmaz cümlesini duyuyoruz. İzleyenler bilirler ama izlemeyenler için paylaşmak istiyorum. Nasıl oluyor da oluyor? Ne oluyor diye soruyor İrem. İşte bu oluyor. 10 yıl görüşmüyoruz sonra 10 dakika görüşüyoruz ve bu oluyor diyor. İşte buradan aralarındaki o bağı görüyoruz. Ama Ulaş kendi aile sorunları yüzünden, annesinin onu terk edişi yüzünden bütün sorunlarının nedeni İrem’miş gibi davranıyor ve kız artık dayanamıyor. Beni filmin içinde etkileyen bir diğer sahne de bu olmuştu. İrem öyle şeyler söylüyor ki Ulaş’a ve gerçekten biz de kıza hak veriyoruz. Ulaş diyor ki sen de beni herkes gibi terk ettin diyor. İrem de hayır ben seni terk etmedim, sen beni gönderdin diyor. O da doğru ya diyor sen beni aldattın. O da ben seni aldatmadım, seni başkasıyla aldattım diyor falan. İrem Ulaş’a ‘Ulaş ben senin annen değilim. Ben senin baban da değilim. Ne annen gibi seni terk edip, bırakıp gittim. Ne de baban gibi hiç bitmeyen bir kitaba daldım. Bunu anla artık diyor. İşte o anda İrem Ulaş’ı yine kendine getiriyor. Ulaş onun sayesinde babasının o hiç bitiremediği kitabı bitiriyor. Aslında ben filmde hep şunu gördüm. Evet, Ulaş kendi hayatını yönetiyor. Ama aslında tüm hayatına İrem sayesinde yön veriyor. Evet, babasının da payı çok büyük ama asıl İrem sayesinde oluyor ne oluyorsa…

Gelelim artık filmin finaline; sonunda zor da olsa kavuşuyorlar. İrem bir film yönetmeni olmuş çektiği filmin senaryosu ise çok tanıdık. Ulaş ile yaşadıklarını anlatıyor ve sürekli filmin senaryosu değişiyor. Kararsız olduğunu, çifti kavuşturmayacağını görüyoruz ama sürekli oyuncularda bir isyan yine senaryo değişmiş diye.
Ulaş bitirdiği kitabı önce babasının mezarın götürüyor. Sonra da İrem’e götürüyor. İrem için özel imzalıyor. Ona getiriyor ama İrem ben zaten ilk çıktığında almıştım diyor. Buradan da anlıyoruz ki İrem Ulaş ne yaparsa onu sürekli takip ediyor. Daha önce de gazetede yazdığı yazıyı çok beğendiğini söylemişti. Bitmeyen bir hikaye onlarınki aslında. Gelelim sonuna; Ulaş İrem’e bir film çekiyormuşsun. Senaryosu çok tanıdık geldi hayırdır diyor o da evet ama senin bildiğin şekilde bitmiyor diyor. Kız buradan çıkınca ayrı yola gidecek ve bu ilişki de, bu hikaye de burada bitecek diyor. Ulaş yani şimdi bunca şey hiç yaşanmayacak mı diyor, bu arada kızın başındaki fular eksik diyor. İrem de ne fark eder ki, buna mı takıldın diyor, olur mu diyor kız çocuğun evinde o fuları unutacak, ertesi gün almaya geldiğinde ilişkileri başlayacak diyor. İrem de hayır bu senaryo farklı ayrılacaklar diyor. Ulaş da yapma diyor. Şimdi içeri gitsek çocuk kıza bir karışık cd verse ve ilişkileri başlasa güzel olmaz mıydı diyor. İrem de Ulaş biz o yoldan çok yürüdük ama başaramadık biliyorsun, yeniden denemenin bir faydası yok diyor. Ama sonunda vazgeçiyor. Ve sarılıp kavuşuyorlar. Ardından Ulaş İrem’e bir şey uzatıyor bakıyoruz ki karışık usb (flash bellek).  Aslında biz bu filme aşkın gücü diyebiliriz. Filmde gerçek bir aşk vardı ve gerçek aşk hep kazanır. Veee mutlu son…

Gelelim filmde geçen, beğendiğim ve beni etkileyen ufak gibi görünen ama önemli detaylara.

Filmde beni çok etkileyen detayları sizinle paylaşmaya çalıştım arkadaşlar. En çok beni etkileyen şey ise Türk sinemasının büyük bir klişesinin bu filmde yıkılmış olması. Her zaman görmeye alışık olduğumuz ANA-OĞUL, BABA-KIZ ilişkisi yerine, silik bir anne karakteri, hatta kocasını terk ederken, oğlunu da bırakıp giden bir anne, ama oğlunu hiç bırakmayan, daha doğrusu oğlunun hiç babasını bırakmadığı güçlü bir baba-oğul ilişkisi. Evet, film bir aşk filmi olabilir. Ama beni bu yönden çok etkilemişti.

Filmin çocuk oyuncuları çok başarılı bir oyunculuk sergilemişler. Açıkçası o yaştaki insanların böyle bir performans göstermesi de filmin başarısını gösteriyor.

Filmdeki eğlenceli detaylara değinmek istiyorum.
Filmde hoşuma giden sahnelerden biri de zaman ilerledikçe teknolojinin müzikte olan etkilerini izledik. 1990’lı yıllarda Karışık Kaset, 2000’li yıllarda Karışık CD ve 2010 yılında Karışık USB… Evet, filmin adını verdiği karışık kaset olayı ile başlıyor. Doksanlı yıllarda Ulas  irem’e karışık kaset veriyor. 10 sene sonra o döneme adapte olarak ‘Karışık CD’ veriyor. Ardından da en sonunda 2010 senesinde artık filmin sonlarında ‘Karışık USB’ verdiğini görüyoruz. Burada dönemlere göre bir adaptasyon söz konusu olduğunu görüyoruz ve çok eğlenceli bir detay olarak karşımıza çıkıyor. Yani teknolojiye adapte olan bir film çekilmiş ve bence bu da çok başarılı bir film olmasına katkı sağlamış.

Film bana ‘İçimdeki Fırtına’ şarkısının hikayesini de öğretmiş oldu. Belki de ben bu filmi izlemeseydim hiçbir zaman o şarkının bu derin ve etkileyici hikayesini bilemeyecektim. Hala yazarken bile tüylerim diken diken oluyor. Nasıl bir aşkmış o öyle diye…

Filmin başrol oyuncularına gelirsek; Sarp Apak benim çok beğenerek izlediğim bir oyuncu zaten. Bu filmde de bir kere daha anladım ki ona bu romantik aşık adam karakterleri çok yakışıyor. En azından ben çok yakıştırıyorum. Özge Özpirinçci de benim çok beğenerek izlediğim bir oyuncu. Özellikle Veda filmindeki ‘Latife karakteri’ ile beni derinden etkilemişti. Bu filmde de romantik filmlere yakışan bir oyuncu olduğunu görmüş oldum.

Esas gelelim Bülent Emin Yarar ve Sevinç Erbulak’ın oyunculuklarına. Onların oyunculuklarına laf edilemez bence. İkisi de çok iyi oynamışlar gerçekten. Bülent beyin zaten oyunculuğu tartışılamaz. Bülent beyi tiyatroda izleme fırsatım olmuştu. ‘Profesyonel’ oyununda kendisini izlemiş ve oyunculuğuna hayran kalmıştım. Yetkin Dikiciler ile beraber harika bir oyun çıkarmışlardı. İzlemeyen arkadaşlara tavsiye ederim.


Sevinç Erbulak’ı ilk kez ‘Süper Baba’ dizisinde tanımıştım. Ondan sonra da her oynadığı diziyi, filmi izlemeye başlamıştım. Kendisini çok beğenirim, çok severek izlerim. Hatta kendisine sosyal medya aracılığı ile de ulaşıp mesaj atabiliyorum. Çok sıcak bir insan. Emin olun siz de yazarsanız size de cevap verecektir. Çok mütevazi, çok karakterli, çok düzgün bir oyuncu kendisi.

Filmi izleyen bayan arkadaşlarım bilirler de izlemeyenler için ben kendi düşüncemi size aktarmak istiyorum. Günümüzde bayanların en büyük hayali sanırım Ulaş gibi bir adam. Hiç kimseyle ilişki yaşamadan, çocukluk aşkını bekleyen bu adam çoğumuzun hayali diye düşünüyorum. Ne yalan söyleyeyim benim hayalim değil çünkü ben zaten öyle bir adamla evliyim. Ama herkes benim kadar şanslı değil maalesef. Günümüzde böylesi bir erkek yok denecek kadar azdır herhalde.

İşte böyle arkadaşlar bence filmi izlemediyseniz, DVD’sini alıp izleyebilirsiniz. Ben şimdiden arşivime koydum bu güzel filmi. Sizlere de tavsiye ederim.
Bir başka yazımda görüşmek ümidi ile.

Hepinize kocaman sevgiler.

MOCCCO


AŞK

AŞK ANLATILMASI GÜÇ, EN YAŞANILASI VE EN TARİFSİZ DUYGU

Merhabalar arkadaşlar,

Sizlerle bugün yeni bir yazımda daha buluşmanın sevincini yaşıyorum.

Belli bir yaşa gelince insan aşkı kendine göre anlatabiliyor. Ben de bu yazımda sizlerle biraz bunu yapmaya çalışacağım. Umarım beğenerek okur ve okudukça kendinizden bir şeyler bulabilirsiniz.
27 yaşında bir kadınım ve hayatımda sadece bir kez aşık oldum. Ama etrafımda çok aşka tanıklık ettim. Kimisi acı sonla bitti kimisi ise mutlu sona doğru gitti, evlilikle sonuçlandı diyeceğim ama aslında sonuçlandı demek bana yanlış geliyor. Çünkü evlilik aşkın bitmesi demek değil, sadece başka bir boyuta geçmesidir. Evli insanlar beni daha iyi anlayacaktır. Ama bekar arkadaşlara buradan sesleniyorum evlilik zor da olsa aşık olarak evlenirseniz tüm zorlukları aşabilirsiniz. Merak etmeyin sizleri sürekli evlilik diyerek sıkmaya hiç niyetim yok. Önce kendi durumumu anlatarak başladım söze. Ben aşık bir kadınım ve aşık olduğum adamla evlendim. Ama ben sizlerle bu yazının devamında tanık olduğum aşkları, yaşanmışlıkları, kalp kırıklıklarını anlatacağım.
Evet, çok eski tarihlerden beri anlamı keşfedilememiş, tarif edilememiş tek duygudur aşk. Çocukken başlar kimimizde ya da başladığını sanır çoğumuz. Aşk başka bir dünyadır arkadaşlar. Çeşitleri de vardır. Karşılıklı olan aşklar ve hiç karşılık bulamayan aşklar, saplantılı aşklar…
İlk önce belki de çoğunuzun başına gelen, gelmiş olan ya da gelecek olandan başlamak istiyorum. Karşılıksız aşk dediğinizi duyar gibiyim. Platonik aşk diye de geçer. Bilirsiniz genelde küçük yaşlarda başımıza gelen, kendimizden büyüklere duyduğumuz büyük hayranlıktır bu aslında. Açıkçası ben onu tam olarak bu kategoriye koyamıyorum. Neden derseniz ileriki yaşlarınızda onun sadece bir hayranlık olduğunu anlıyor ve sadece gülüp geçiyorsunuz. Burada genelde öğrencinin öğretmenine duyduğu hayranlık, küçük bir kız çocuğunun ya da erkek çocuğunun izlediği filmdeki oyuncuya aşık olduğunu sanması gibi masumane şeyler var.
Ama asıl karşılıksız aşk yukarıda dediğim gibi olmaz. Aynı sınıfta okuduğunuz, sıra arkadaşınızla önce dost olup, sonra ona karşı bakışınızın değişmesi ve sürekli onu düşünmeniz gibi olur. Neden özellikle sıra arkadaşı dedim çünkü genelde o şekilde olan karşılıksız aşklara tanıklık ettim. Bu aslında yaş ilerledikçe bazı hormonların da etkisiyle karşı cinse farklı bir gözle bakma durumudur. Bilimsel olarak da açıklamış oldum. Neyse sıkılmayın hemen. Genelde erkek tarafında başlayıp, kızın anlayamaması nedeniyle olayın farklı boyutlara ulaşmasıyla sonuçlanır. Erkek aşıktır ama kız dost olarak görüyordur. Kızın haberi bile yoktur. Erkek hareketleri belli etse bile kız konduramaz, o benim sıra arkadaşım, o benim sırdaşım, o benim dostum der ama sonunda en çok acıyı da yine o kız çeker…
Şimdi diyeceksiniz ki hep mi kız acı çeker. Valla hep diyemem ama genellikle kızlar acı çeker. Ben birebir şahit oldum böylesi bir olaya. Kız en yakın arkadaşım dediği çocuktan bir anda ‘çıkma teklifi’ aldı ve dünyası yıkıldı. Çünkü onun için o sadece arkadaştı, dosttu, sırdaştı. Nasıl yıkılmasın ki, birdenbire en yakın arkadaşınızı kaybediyorsunuz hem de sonsuza kadar. İnanın bir daha eskisi gibi olamadılar. Kız hala der. Keşke hiç bana o gözle bakmasaydın da, o güzel dostluğumuz sonuna kadar sürseydi… Ama olmadı, olmadı. Kız hala hatırladıkça üzülür. Dostumu kaybettim diye çünkü bu devirde dost bulmak çok zor.
Bir başka örnekte yukarıdakine benziyor ama bence daha beteri. Bir dönem belki hatırlarsınız. Herkes en yakın arkadaşına kanka, kanki derdi. İşte bir başka tanık olduğum olayda böyleydi. Birbirlerine kanka, kardeş diyen bir erkekle bir kızın hikayesi. Kız çok saf ve temiz. Herkesi de kendisi gibi sanıyor. Ne demişler. Kişi karşısındakini kendi gibi bilirmiş. O yüzden de kız bunu fark edemiyordu. Ama çocuk bunu fark etsin diye çok uğraşmıştı. Sürekli onu sahiplenip, kıskanıyor ve aşırı tepkiler veriyordu. Ama kız beni kız kardeşi gibi görüyor ondan böyle yapıyor diyordu. Ama durum pek de öyle değildi. Kız aslında neden konduramıyordu diye sorarsanız; çünkü çocuk kıza kanka sen bir gün evlenirsen ben senin nikahında şahidin olmak istiyorum demişti. Böyle bir çocuktan nasıl öyle bir şey bekleyebilirdi ki..? Neyse zaman geçti. Çocuk bir gün artık dayanamadı ve kıza açıldı. Ne olduysa o zaman oldu. Kız onu istemedi kardeşimsin sen benim dedi. Anlamadı. Sürekli ret cevabı verdi yine anlamadı. Anlamamakta ısrar etti. En sonunda kız yazık dedi sevmiyorum ama o mutlu olsun dedi evet dedi ve hayatının en büyük hatasını yaptı. O zaman umut buldu çocuk ama kız hiç sevemedi onu. Sonunda da olmuyor diyerek ben seni kardeş gibi görüyorum başka türlüsü olmaz dedi. Çocuk yine anlamadı. Hep neden diye sordu, Neden beni sevmiyorsun, benim neyim eksik diye soruyordu. Kız da artık en son tipim değilsin dedi kestirdi attı. Bu defa da çocuk içip içip onu aramaya başladı. Şimdi bu sizce aşk mıdır? Saplantı mıdır? Ben söyleyeyim saplantılı bir aşktı onunki. Hastalıklı bir tutku idi. Ama kızın suçu yoktu. Belki de tek suçu evet demesiydi.
Sevgili bayan arkadaşlarım, kızlar eğer lise çağlarındaysanız ve kankalarınız varsa onlara karşı mesafeli olun, saf olmayın, gözünüzü açın ve olayların farkında olun lütfen. Yoksa benim çevremdeki kız arkadaşlarım gibi acı çekersiniz.
Bir de uzaktan sevmeler var. Uzaktan uzağa aşık olanlar. Onlarınki çok zararsız olur. Birçok filme de konu olmuştur. Çok örnekleri vardır. Hatta şarkısı bile var. ‘Seni uzaktan sevmek, aşkların en güzeli. Alıştım hasretine gel desem gelemem ki’ Aslında eskiden böyleymiş çoğu aşklar uzaktan sever, itiraf edemezmiş insanlar. Uzaktan, zarar vermeden severlermiş. Şimdi nerede öyle sevgiler. Şimdi illa ki bana evet diyecek derdinde herkes. Yok ki öyle bir dünya. Bu işler gerçekten nasip, kısmet.
Unutmayın nasip diye bir şey var. Hatta bununla ilgili bir söz paylaşmak istiyorum sizinle. Tam da yeri geldiNasip; İstenen değil, hep verilen. Nasipse gelirmiş Çin'den Yemen'den. Nasip değilse; Senin olsa bile kayar gidermiş elinden
O yüzden hep nasip kısmet diyerek bakın bu işlere. Bakın size yukarıda anlattığım olayda kız da çocuk da şu an evliler ve çocukları var. Demek ki nasip değilmiş. Boşuna üzmüş çocuk kızı o kadar. O yüzden nasip nasip nasip…
Uzaktan yaşanan sevgiler için de aklıma çok güzel bir şarkı geldi. İlk dinlediğimden beri beni çok etkilemiş bir şarkıdır. Hiç başıma uzaktan sevmek gelmese de müziği, sözleri çok etkileyici gelmişti bana.

Uzaktan sevdim uzaktan seni
Söyleyemedim sevdiğimi
Ne kadar çok istedim bilsen.
Söylemeyi sevdiğimi

Ama seni görünce titrerdi yüreğim.
Tutulurdu dilim konuşamadım.

Seni izledim seni günlerce
Söyleyecektim sevdiğimi
Sen yanımdan geçip de gittin
Söyleyemedim yine sevdiğimi

Çünkü seni görünce titrerdi yüreğim.
Tutulurdu dilim konuşamadım.

Bu şarkıdaki gibi aşklar kaldı mı bilmem ama bu gerçekten bir aşk. Uzaktan sevmeyi tercih edip, sevdiğine zarar vermeden sevenler. Sizler iyi ki bir zamanlar varmışsınız. Ama şimdi var mısınız emin değilim. Eğer olsaydınız kızlar hayır dedi diye öldürülmezdi herhalde.
Bir de sahte aşklar var aslında. Umarım çoğunuzun başına gelmemiştir. Burada erkek/kadın hangisi olursa karşındakini kandırıyor. Seviyor, numarası yapıyor ve duygularıyla oynuyor. Böyle örnekler de çok gördüm maalesef. Karşındakini kandırınca acaba ellerine ne geçiyor anlamak mümkün değil. Öyle de güzel rol yapıyorlar ki gerçekten herkesi inandırıyor sevdiğine. İşte bunlar şeytan insanlar. Yazık değil mi ona inanan insana, yazık değil mi onun umutlarına, yazık değil mi onun evlilik hayallerine. Yazık demeyi bırakın, günah bu günah. Kul hakkına girer. Birazcık vicdanı olsa yapmaz insan bunları. Ama işte maalesef herkes bizim gibi değil. İnsanoğlu çiğ süt emmiştir diye boşuna dememişler. Allah hepimizi iyi insanlarla karşılaştırsın arkadaşlar. Ben maalesef buna da şahit oldum. Aylarca kandırdı kişi. Sonra öğrendik ki aynı anda başka bir kızla daha ilişkisi varmış. Hatta nişanlısı varmış. Olan benim arkadaşıma oldu. O yüzden çok dikkat edin derim. İnsanlar çok iyi oynuyor. En güzeli dua etmek ve kalpten hissetmek bazı şeyleri. Aşkın gözü kördür derler. Bu çok doğru bir laf. Hatta aşkın kulağı da sağır, zaten mantığı da yok. O yüzden insan aşık olursa göremiyor. Burada çevreye, aileye çok iş düşüyor sanırım. İnsanlar artık kandırılmasın istiyorum. Sonrası çok büyük bir yıkım oluyor. Yazık yani onca yaşanana, vakit kaybına, çabaya…

İşte aşk böyle çok acı da çektiriyor, çok mutlu da ediyor. Sanki onunla da olmuyor, onsuz da olmuyor. Aşksız bir hayat da zor, tadı tuzu olmuyor. Aşk olunca da üzülmeyi göze almak gerekiyor. Zor bir karar belki de bu arkadaşlar. Aşık olunmalı mı, olunmamalı mı, yıllardır çözülemeyen bir sorun bu aslında.
Ama bana sorarsanız, her insan hayatının bir döneminde dahi olsa aşkı yaşamalı, bu duyguyu tatmalı, bu duyguyu tatmadan bu dünyadan göçüp gitmemeli. Ama tabii ki bu da nasip, kısmet. Her şeyin hayırlısı demek gerekiyor her zaman.

Şimdi sizlerle aşk adına aklıma gelen sözleri paylaşmak istiyorum ve yazımı bu şekilde noktalamak istiyorum.


‘ ÇIKMAZ yazdığı halde ısrarla girdiğin sokağın adıdır AŞK’
‘AŞK tüm dünya insanları arasında sana tanıdığım ayrıcalıktır.’
‘Belki de sen sadece aşka aşıktın ama ben bunu üstüme alındım.’
‘Gelmeyeceğini bile bile ısrarla beklemek, saflık değil yalnızca AŞK’tır.’
‘Aşk sabretmektir. Hz. Yusuf’un kuyudayken sabretmesi, Hz. Yakup’un Yusuf’u beklerken sabretmesi gibi…’
‘Aşk lüks bir lokantada yenilen en pahalı kazıktır.’
‘Aşık olmak hayal kurmak kadar kolay, unutmak ise hayalin gerçekleşmesi kadar zordur.’
‘Aşkı arama kitaplarda, romanlarda, filmlerde. Aşk yalnızca sevdiğinin gözlerinde…’
‘Aşk tarifi olmayan ama hep hayali kurulan tek duygudur.’

Son olarak da Peygamberimiz Hz. Muhammed'in çok sevdiğim bir sözünü paylaşmak istiyorum. 
Umut verip güven aşılayıp da yarı yolda bıraktığın insanın Gönül sadakasını iki dünyada da veremezsin... Hz. Muhammed (S.A.V.)



 Evet, bir yazımın daha sonuna geldik arkadaşlar. Umarım keyif alarak okumuşsunuzdur. Kendimce size aşkı anlatmak istedim. Beğendiğinizi umut ediyor. Sevgilerimi yolluyorum. Aşka dair başka yazılarım da olacak. Merak etmeyin sevgili arkadaşlar. Bir başka yazımda görüşmek ümidi ile…


MOCCCO


15 Mayıs 2015 Cuma

EFSANE İKİLİ ZEKİ- METİN'İN ZEKİ'Sİ GİDİNCE

Selamlar herkese,


Bugün sizlerle biraz duygu yüklü, biraz da eleştiri niteliğinde bir yazı daha paylaşmak istiyorum. İnanın şu anda içimden ne gelirse doğaçlama buraya aktarıyorum. Özel bir çabaya gerek yok. Çünkü konu ZEKİ ALASYA.


Biliyorsunuz geçen hafta elim bir olay oldu ve şok bir haberle sarsıldık. Bu ülkenin en büyük değerlerinden biri olan, sanatçı, duayen ZEKİ ALASYA artık aramızda yoktu. Haberi okuyunca insan şakadır herhalde diyor. Ama bir bakıyorsunuz ki gerçekten kaybetmişiz. Önce çok büyük bir şok geçirdim. Ne olduğunu anlamaya çalıştım. Sonra haberin doğru olup olmadığına baktım. Metin AKPINAR' ın sözlerini dinleyince umutlarım tükendi ve başladım ağlamaya... Evet, her canlı ölümü tadacaktır biliyorum ama sağlıklı sanıyorduk biz onu. Tüm Türkiye şoka girdi. Ayşen GRUDA 'Bugün her evden bir cenaze çıktı.' demiş ne kadar da doğru. Biz Zeki ağabeyimizi, Zeki amcamızı kaybetmiştik. Bizi güldüren o efsane ikili artık ayrılmıştı. Yıllarca Zeki-Metin kavgalı denmişti sürekli bu haberleri duymuştuk ama Metin ağabeyimiz gerçek değildi dedi. Biz asıl şimdi ayrıldık. Sevinenler kına yaksın dedi. Ahh ahh neden sürekli yalan yanlış haberlerle beynimizi dolduruyoruz. Onlar çok iyi dosttu ben bunu hissediyordum. Koca bir ömür geçirmişlerdi. Sonuçta kardeş gibiydiler. Bunu anlamak bu kadar mı zordu? Hayır değildi. İnsanlar kıskandılar böyle bir dostluk olamaz diye düşünüp iftira atmayı yeğlediler. Her zamanki gibi sığ davranmayı seçtiler işte... Ne zaman yüce gönüllü olabilmişlerdi ki yine şaşırmamıştım yani.
İnsan neden başkalarının mutluluğundan keyif almak yerine, sürekli başkalarının mutluluğunu kıskanır bir türlü çözemedim gitti. Herhalde hiç de çözemeyeceğim.

Neyse, öncelikle ben Zeki ALASYA öldü haberinde neden derin bir şok geçirmiş ve tüm gün ağlamıştım? Bunu bana sordu yakın çevrem elimde değildi ki. Kemal SUNAL' ın ölüm haberinde sarsılmıştım çok büyük bir şok geçirmiştim. Geçenlerde eşime şunu demiştim belki de ondan bu kadar kötü oldum. Kemal SUNAL yok ama Zeki-Metin var, Halit AKÇATEPE var. Ama onlardan birine bir şey olursa çok kötü olurum demiştim, zor kaldırırım demiştim belki de hissetmiştim olacakları farkında olmadan...
Peki, benim Zeki-Metin ile tanışmam nasıl olmuştu, 4-5 yaşlarında idim. O zamanlar daha DVD oynatıcılar yok. Video-kaset oynatıcılar var. Bizim evde de vardı. Ağabeyimle oturup ‘Ninja Kaplumbağalar’ ı izlemiştik. O bitince de DEVE KUŞU KABARE kasetini izlemeye başladık. İşte o gün tanımıştım. Çok gülmüştüm. O çocuk aklımla ne anlamış da gülmüştüm bilmiyorum. Ama şu an biliyorum. Onlar çocuktan büyüğe herkesin anlayabileceği bir dil kullanıyorlardı bu konuda büyük ustalardı. İşte o zaman tanımıştım. Sonra ise filmlerini izlemeye başlamıştık. Efsane ikilinin o komik filmleri. Çocukken bana gülmeyi öğreten insanlar bir bir gidiyorlar işte. Kolay değildi bu. Çocukluğum da gitti sanki. Her zaman güldüğüm filmlere şimdi gözlerim dolu dolu bakıyorum. Gülemiyorum sanırım bir süre de pek gülemeyeceğim. Ahhh ahhh zor ama hayatın gerçeği bu herkes doğar, büyür ve ölür. Çok net ama zor...

'O güzel insanlar o güzel atlarına binip gittiler.' Evet, işin özeti buydu.
Ben o gün bu gidişi şöyle ifade ettim. Şimdi buradan gökyüzüne doğru bir yıldız daha kaydı ve dönmemek üzere gitti... Sanırım duygularımı en iyi ifade eden cümle bu oldu.

Bunca üzüntümün içinde o gün beni çok kızdıran, çok affedersiniz ama adeta sövdüren şeyler de okudum. Zeki ALASYA masonmuş o yüzden naaşı camiden kalkamazmış. Bunun kararını bu hadsizler mi veriyor? Ardından rahmet okunmaz ve dua edilmezmiş. Bunu yazanlar siz kendinizi ne sanıyorsunuz acaba? Adam ölmüş. Türkiye yasta birkaç gereksiz çıkıp da böyle hadsizlik nasıl yapıyor anlamıyorum. Ölenin arkasından kötü konuşulmaz dinime bağlıyım diye geçinen zavallı mahlukatlar önce bunu öğrenseniz de sonra konuşsanız. Kendince dininizi savunduğunuzu sanırken, öyle bir dibe batıyorsunuz ki… 


Ben en çok Zeki abimizin ailesinin bu tip haberleri okuyup üzülmesine üzülüyorum. Ne hakkınız var ki acısı olan insanları böyle yormaya. Bırakın da üzüntümüzü, kederimizi yaşayalım. Bir susun. Bir def olun Allah aşkına ya.

Son olarak Metin abimizin acı haberi aldığında söyledikleriyle yazımı noktalamak istiyor ve o kara kalpli insanlara vicdanınız yok mu sizin demek istiyorum. İşte o yürek burkan sözler:

Alasya’nın can dostu Metin Akpınar da çok büyük üzüntü içinde. CNN TÜRK' e konuşan Metin Akpınar, üzüntüsünü gözyaşlarıyla şu sözlerle anlattı:
"Zeki Alasya benim yarımdı. Yarım gitti, canım gitti. Herkes için büyük kayıp. Her ölüm gençtir ama Zeki çok genç öldü. Maalesef karaciğerde bir olumsuzluk oluşmuştu. Çok geç fark edilmişti, yapacak bir şey yoktu. Son zamanda hoş tutmaya çalışıyorduk. Olabildiğince rahat ettirmeye çalışıyorduk. 15 gündür çok kötü bir tablo vardı. Son 2 gündür ben yanındaydım. Bugün sevdiği yemeği yapıp götürecektim. Bu haberi aldım. Kader bizi adeta birleştirmişti. Babalarımız aynı firmada çalışırlardı. Annelerimiz vefat ettiğinde imamları bile aynıydı. Bu yazgı bizi birleştirdi ve ölüme kadar da ayrılmadık. 
Ayrılık dedikoduları saçma sapan dedikodulardı. Şimdi gerçekten ayrıldık, bazıları kına yakabilir. Çok marifetli bir adamdı. Terziliği bile vardı. Zeki başarılı bir sanatçıydı. Kısa ömrüne çok başarı sığdırdı."

Biraz insan olun da ölmüş adamın arkasından dua edin ve insanların acılarına saygı gösterin. Anlayın demiyorum. En azından hürmet edin...

Mekanın cennet olsun Himmet ağabey, biz senden bir şey sayarken kafamız karışırsa ta en başa dönüp yeniden saymayı öğrendik. Sen bize aslında o zamanlarda pes etmemeyi, yanlış yaparsak başa dönmeyi öğretmiştin. Biz senden çok şeyler öğrendik. Nurlar içinde yat. Kemal SUNAL' a selam söyle. Tek tesellimiz onunla kavuşmanız belki de...

Bunları yazarken hala çok duygu doluyum. Ağlayacak gibi de oldum ama ağlamadım. Hüzünlüyüm. Zor bir kayıp bizler için. Bütün değerler bir bir gidiyorlar. Alışmak mı lazım bilmiyorum...

Sevgiler,

MOCCCO