10 Nisan 2016 Pazar

DELİBAL: ZEHİR Mİ DEVA MI?

Çok kıymetli okurlarım, değerli takipçilerim uzun bir süredir yazılarımı yazmaya ara vermek zorunda kalmıştım ama artık yeni bir yazımla yine sizlerleyim.

Bugün sizlere bir filmden, benim için çok özel anlamlar taşıyan bir filmden bahsedeceğim. Başrollerinde Çağatay ULUSOY ve Leyla Lydia TUĞUTLU’nun oynadığı ve yönetmenliğini Ali BİLGİN’in yaptığı AY YAPIM  imzası taşıyan ve 25 Aralık 2015 Cuma günü vizyona girdiği gün büyük beğeni toplayan ‘
DELİBAL’ filminden bahsedeceğim. Yalnızca 10 hafta vizyonda kalmasına rağmen sadece Türkiye’de 1.5 milyon seyirci sayısına ulaşmış çok güzel bir film.
İsminden kurgusuna, başından sonuna kadar her sahnesi ve  konusu ile kısaca her şeyi ile bir insanı bu kadar derinden etkileyen bir film daha var mı? Bu soruya cevabım hayır oldu. Çünkü beni daha önce hiçbir film bu kadar derinden etkilememişti. Bu derece sarsmamıştı. Sarsıla sarsıla hiçbir filmi sinemada defalarca izlememiştim. Kaç kere izlediğimi bilenler bilir burada yazmayacağım o da bende saklı kalsın.

Delibal, sen ilk aşamada ismin ile benim dikkatimi çekmiştin. Daha önce hiçbir filmi isminden etkilenip de gittiğimi hatırlamıyorum. Filmi izlemeden önce sadece fragmanını görmüş ve konusuna dair en ufak bir şey bile araştırmamıştım. Ama filmin fragmanını tesadüfen ilk gördüğümde içimde derinlerden bir ses ‘Bu filme mutlaka gitmelisin. Bu filmi kesinlikle izlemelisin.’ Demişti. Ben de o sesi dinledim ve gösterime ilk girdiği gün tek başıma izledim. Film başından sonuna beni çok etkilemişti. Nedenlerini sadece benim bildiğim bu sarsılma anlarında film benim yüzüme adeta bir tokat gibi gerçekleri çarparken ben sarsılacağımı bile bile defalarca izlemeye devam etmiştim.
Öncelikle filmin isminin anlamından bahsederek başlayalım isterseniz. Delibal Karadeniz bölgesinde yetişen bir bal türü. Bir kaşığı şifa olurken, bir kaşıktan fazlası insanı sarhoş edercesine çarpıyor adeta zehirliyor. İşte yazımın başlığında da bahsettiğim deva mı zehir mi ikilemi buradan geliyor. Filmi izleyenler bilirler filmin isminin çok derin bir anlamı var. Filmi izlemeyenler için ise şunu söyleyebilirim. Filmdeki ana iki karakter birbirine deli gibi âşık bir çift olan Barış ve Füsun. Füsun sevgilisi Barış’a deli dolu hallerinden dolayı ‘Delibal’ım diye sesleniyor. Delibalın ise fazlası zehir bunu biliyoruz. İşte hikâye bu noktada başlıyor.

Çok özel bir aşk hikâyesi filmi zannederek gidenler filmden çıktıklarında hayatlarında belki de hiç sarsılmadıkları kadar sarsılıyorlar. Herkes diyemesek de çoğunluk bu şekilde hissetti benim bildiğim, gördüğüm ve gözlemlediğim kadarıyla. Filmi ilk defa izleyenler yerli bir aşk filmi izlemeye geldik düşüncesi ile gittiler. Ancak çıktıklarında derin mesajlar veren çok özel bir film izlediklerini anladılar. O an anlamadılarsa da izledikten sonra yorumları okuyanlar bir şekilde o derin mesajı anlamış oldular.

Film bir aşk masalı şeklinde başlamıştı. Özel bir aşk hikâyesi vardı karşımızda. İlk görüşte âşık olduğu kızın peşine düşen ve onu bulmak için elinden gelen her şeyi yapan ve pes etmeyen bir adam Barış AYAZ. İlk görüşte aşka bizi derinden inandıran bu deli dolu, hayatı dopdolu yaşayan, çok hareketli, harika bateri çalan, zeki, mimarlık öğrencisi Barış’ın idealist, çalışkan, sorumluluk sahibi, hiç âşık olmamış, Sosyoloji bölümü öğrencisi Füsun’a ulaşma çabaları bizi çok etkiliyor. Sonunda ulaşıp ona aşkını ilan ettiği sahne daha önce hiçbir filmde görülmemiş bir ilan-ı aşk sahnesi olarak hafızalarımıza kazınıyor Orada çalan müzik bile daha önce bu sahnelerde çalan türden değil. Kısacası Delibal, ezberleri bozan türden çok özel bir film olduğunu bize her sahnesi ile kanıtlıyor.

Gelelim aşk masalımıza. Barış Füsun’a aşkını ilan ediyor ve aşkları başlıyor. Barış’ın hayatına adapte olmaya çalışan Füsun kendi sorumluluklarını unutuyor. Hatta çok önemli bir projesini hazırlamayı unutuyor. Kısa zamanda hazırlanması gereken bu proje için imkansız yetişmez cümlesini kullanıyor. Barış ise o anda hafızalarımıza derinden kazınan şu replikle cevap veriyor. ‘İmkansız bize uzak bir ülke. Yani adetlerini falan bilmeyiz.’ İşte bu anda Barış Füsun’a projesinde yardım ediyor. Beraber anket çalışması yapıyorlar. Barış Füsun’a yardım ediyor ve proje yetişiyor. Tam bu sıralarda Barış’ın kendi okulunu bitirme projesine maketsiz çıkmış olduğunu öğreniyoruz. Bize aşkın fedakarlık gerektirdiğini anlatan bu sahne de bizleri etkiliyor. İşte gerçek aşk böyle olur diyoruz.
Aşıklarımızda iki zıt karakter görüyoruz. Birisi deli dolu, hareketli, kendi aklına estiği gibi yaşayan diğeri ise sorumluluk sahibi, fazlasıyla idealist ve birtakım baskılarla büyütülmüş biri. Bu iki insanın aşkları da elbet zorluklar atlatıyor. Özellikle Füsun’un Barış yüzünden proje teslimini kaçırdığı o sahnede ‘Sen benim ayarımı bozdun Barış görmüyor musun? Demesiyle her şey bir anda tersine dönmüştü sanki. Barış birden değişmişti. Birden acayip bir adama dönüşmesi, aşırı enerjik halleri, hiç uyumadan bateri çalması, Füsun’u sanki unutması ile bize karanlık yönlerini göstermişti Barış AYAZ. Hepimiz o anlarda ne oluyor bu işte bir tuhaflık var’ diye söylenirken, Barış’ın kendini bile bile dövdürmesi ile derinden sarsıldık. O sahnede Barış’ta bir tuhaflık olduğunu anlamıştık ama adını koyamıyorduk.

Filmin birçok kişi için en efsane konuşma sahnelerinden biri ise; Füsun ve annesinin konuşma sahnesiydi. Füsun’un annesinin aşk yaşamadan evlendiği için pişman olduğunu anladığımız o sahnede ise en duygusal anların yaşandığı Füsun’un annesinin ağzından dökülen şu sözler olmuştu: ‘Füsun, kızım aşkının peşinden git. Belki benim kadar mutlu olmazsın ama yüreğine yakışırsın.’ İşte bu cümle aslında bize filmin bir özeti gibi gelmişti. Ama çoğumuz konduramamış izlemeye devam etmiştik. Hep aşklar acı mı bitmeliydi ki? Bu soru kafamızda dönerken acı sahneler art arda geldikçe film bizi iyice içine çekmeye başlamıştı.

Füsun’un Delibal’ı biricik aşkı Barışta birtakım sıkıntılar vardı. Ama o  Füsun’unu, Efsun’unu kendinden daha çok sevmiş bir adamdı. Onlar evlendiklerinde Füsun’un babasının sert tepkisinden dolayı araları açılmıştı. Ancak evlendikten sonra Barış ne yapıp edip kayınpederini eşiyle barıştırmayı da başarmıştı. Barış çok mücadeleci bir ruha sahipti. Sevdiği kadın için her şeyi yapıyordu. Efsun’u için yaşıyordu adeta. Ama bir aydınlık bir de karanlık görünen Barış dengesiz bir ruh hali sergiliyor görünüyordu. Bunun nedenini filmi izlediğinizde anlayacaksınız. Filmin tamamını yazacak değilim burada. Ancak ben bu filmde şunu anlamış oldum. Ne kadar aşık da olsanız, kendinizi kimseden daha çok sevmeyin. Çünkü insan kendisini sevmezse hiçbir aşkın sonu mutlu bitemez ki.

Beni en çok etkileyen sahnelerden biri de kelebeğin o derin anlamını veren sahnelerdi. Her zaman kelebekleri sevmişimdir. Ancak bu filmden sonra daha özel anlamlar ifade etmeye başladı benim için. O kelebek ki filmin yapı taşlarından biri oldu bizim için. Özellikle filmin son sahnesini izleyenler beni çok daha iyi anlarlar. Kelebek acı mı verir, yoksa mutlu mu eder insanı? Bu sorunun cevabı da bu özel efsane filmin içinde saklıydı. Ancak filmi izlerseniz kelebeğin manasını çözebilirsiniz.

Ayrıca filmi izlediğinizde etkileneceğiniz bir diğer simge ise papatyalar. Ah o papatyalar... Filmde papatyaların da derin anlamları var. Filmi izleyenler bilirler. O papatya sahnelerinde, özellikle de bir sahne var ki, size papatyayı çok başka bir gözle gösteriyor. Çoğu insan papatyaları sever diye düşünüyorum. Ama filmi izledikten sonra papatyalar sizi sevindirir mi, üzer mi, neler hatırlatır bilemiyorum. Filmi izledikten sonra ne demek istediğimi çok daha iyi anlayacaksınız. Bir papatya ki insanı hayata bağlayabiliyor ya da yok oluşa doğru sürüklüyor. Ne demek istediğim filmin içinde saklı. İzleyin ve papatyaları daha çok sevin...

Gelelim konu başlığımıza; ‘Delibal’ın fazlası zehir Efsun’um’ repliğini filmi izleyenler bilirler. Çok derin anlamlar taşıdığını da yalnız izleyenler anlayacaktır. İşte aşk da böyle bir şey. Filmi izleyenler kendileri karar versinler. Aşk zehir mi yoksa deva mı bizler için? Barış öyle güzel sevdi ki, öyle karşılıksız sevdi ki onu anlayamadık belki de. Kim bilir belki de anlamak istemedik. Barış öyle bir sevdi ki bizim anlayacağımız türden bir sevgi değildi bu. Hele de bu devirde her şey çok hızlı tüketiliyor.  Aşkların bile çabucak tükendiği bu dönemde ‘Delibal’ bize masalsı bir aşk hikayesi sunarken, gerçekleri de yüzümüze bir bir tokat gibi çarpmayı ihmal etmedi. Barış aşkını öyle fazla sevdi ki. Bize her şeyin fazlası zararmış dedirtti adeta. Ah be Barış biz senin gibi sevmeyi bilmeyen bir nesiliz. Seni anlayamadık. Sen bize belki de o eski aşkları hatırlattım bu filmde. Hani şu izlerken çoğu kişinin dalga geçtiği Yeşilçam filmleri var ya işte onlarda gerçek aşk vardı. Delibal filmini bu kadar özel yapan şeylerden biri o eski aşkları, gerçek aşkı canlandıran bir film olmasıydı. Ah Barış Ah! Füsun'u öyle karşılıksız sevdin ki bizim gibi sevgileri iki mesajla bitiren bir kuşağa ağır geldi.  Filme dönersek; Barış Füsun’a deva mı oldu yoksa zehir mi? İzleyin de siz karar verin diyorum.

15 Nisan 2016 Cuma günü AyYapım Delibal DVD’sinin raflarda yer alacağını duyurdu. Artık bize düşen DVD alıp izlemek ve filmin keyfini çıkarmaktır. Çünkü filmi daha önce izleyenler bilirler filmde birçok sahne kesilmişti. Kesilen sahneler de DVD içinde yer alacaktı. O zaman şimdi gün sayalım ve DVD’yi bekleyelim. Kesilen sahneleri de izleyip filmin tamamının tadını çıkaralım. Evet bu şekilde demiştim. Artık DVD çıktı. İstediğiniz an evinizde 'Delibal keyfi' yapabilirsiniz. Ben kendi adıma ilk alanlardanım ve o keyfi yapanlardanım. Film eminim ki sizi de içine çekecek ve etkileyecek. Hatta belki de sonradan izleyenleri daha çok etkileyecek. Kim bilir. Artık filmi izleyelim ve ondan sonra da karar verelim. Delibal zehir mi olmuş yoksa deva mı olmuş?

Benim hayatımda çok önemli bir yere sahip olan bu filmi sizlerle paylaşmak istedim. Umarım aranızda izlemeyen kalmaz ve izleyenler de umarım çok beğenirler ve filmin verdiği o derin mesajları alırlar. Bu film sadece bir aşk filmi değil, başka bir boyutta daha başka anlamlar taşıyan çok özel, çok güzel, efsane bir film. 


Film hakkında esas benim kendi hissettiğim bir başka nokta ise; Yeşilçam filmlerindeki o gerçek aşklar gibi gerçek bir aşk hikayesi görmemiz oldu. Yeşilçam etkisini hissetmek beni sevindirdi. Çünkü ben birçoğunuz gibi Yeşilçam filmleri izleyerek büyüdüm. O filmlerde gerçek aşklar vardı. Hep fedakardı aşıklar, kendilerinden çok sevmişlerdi sevgililerini, çıkar nedir bilmezlerdi. Aşık oldukları insanlar için gözlerini feda edenler, kolunu, bacağını kesenler aklıma gelen birkaç örnek sadece. Hep bir kendinden çok sevme vardı o filmlerde. Ben de bu filmlerle büyümüş biri olarak Delibal filminden böylesine etkilendim. Çünkü ben kendi adıma o eski filmlerdeki samimiyeti bu filmde buldum. Oradaki can alıcı sahneleri de hatırladım. Filmi izleyenler bilirler. Çok detay vermiyorum. İzlemeyenler de izleyip görsünler diye.

Son olarak Çağatay ULUSOY’ un benim için efsane olan o oyunculuğuna değinmek istiyorum. Ben kendisini ilk çıktığı günden beri takip ediyorum. Tüm rollerinin hakkını vermişti. Ancak bu rolü ile hepimizin gözünde adeta devleşti. Çünkü oynadığı karakter çok zor bir karakterdi. Çağatay bize bu karakteri oynarken adeta yaşadığını hissettirdi. Onu izlerken gerçekten o role büründüğünü, ruhunu kattığını derinden hissettik. Bize acı verse de Çağatay bize Barış ile o karakterin ruh halini, o karmaşık duygu dünyasını, o acıtarak sevişlerini kısacası hepsinin duygusunu geçirdi. Biz filmden çıkınca Çağatay’a yürekten helal olsun dedik. Barış karakteri ile bizi bizden almıştı. Öyle bir yaşayarak oynamıştı ki hepimiz çok derinden sarsılmıştık. Onunla beraber ağlamıştık. Bambaşka bir boyuta ulaşmıştık.


Son söz: Ben herkese bu filmi yürekten tavsiye ediyorum. Belki sizlerin hayatının filmi olmaz ama emin olun izleyince de pişman olmazsınız. Ben izlemenizi ve izledikten sonra da ne zehirniş, ne deva imiş buna karar vermenizi istiyorum sadece.

Değerli takipçilerim ve okurlarım umarım bu yazımı da beğenerek okursunuz.

Bir başka yazımda yeniden görüşmek umudu ile hepinize saygılar ve sevgiler...

NOT: Bu yazının devam niteliğinde 2. yazısı da birkaç ay içinde sizlerle paylaşılmış olacak. Beni takip etmeye devam edin lütfen.

Moccco

21 Haziran 2015 Pazar

DOST GİBİ GÖRÜNENLER

Yeniden merhaba arkadaşlar,

Uzun bir aradan sonra yine sizlerle bir şeyler paylaşmanın sevinci ve heyecanını yaşıyorum.

Bu aralar biraz az yazdım ama bunun ilhamla herhangi bir ilgisi yok. 3 haftadır ayağımda bir sakatlık söz konusu onun için de uzak kaldım buradan. Açıkçası bu durum canımı sıktı. Çünkü bir şeyler üretmek ve sizlerle paylaşmak, yazılarımla sizlere faydalı olmak istiyorum. Böylece de hayata daha çok motive oluyorum.


Bugün sizlere günümüzde çok sık karşılaştığımız, şu an karşılaşmamış olsak da karşılaşma olasılığınızın yüksek olduğu rol yapan dostları daha doğrusu dost gibi görünenleri yazmak istiyorum. İnsanlar artık çok iki yüzlü davranıyorlar. Güvenimizi sarsıyorlar ve bizi üzüyorlar. Bizi neden mi üzüyorlar? Çünkü biz onlara izin veriyoruz. Unutmayalım ki biz insanlara ne kadar müsaade edersek, onları ne kadar özel hayatımızın içine alırsak bizi kırmalarına da o kadar müsaade etmiş oluruz. Şimdi diyeceksiniz ki yani bütün suç bizde mi? Tabii ki hayır. Sadece insanlara çabuk güvenmeyin diye diyorum. Hiç güvenmeyin de diyemem elbette.

Gelelim yaşanılanlara. Neler yaşadık neler oldu? Bir düşünsenize hangimiz dost kazığı yemedik ki bu hayattan? Kimimizin dost kazığı ile tanışması ilkokulda olurken, kimimizin ortaokulda, kimimizin de lisede oluyor. Çok nadiren de hayatı boyunca hiç kazık yemeyen ama üniversiteye gittiğinde öğrenenler de olabilir aramızda. Dost gibi görünenler kimlerdir? Bizi çok sevdiğini sandığımız, yüreğimizi açtığımız, özel hayatımızın, özel alanımızın içine aldığımız, iki yüzlü insanlardır. Dileğim şudur ki; bu yazıyı okuyan çoğu kişi dost gibi görünen insanlarla çok az karşılaşmıştır. Ben belki de hepinizden çok karşılaştım bununla. Bu yazıyı yazma nedenim de aslında sizlere yaşadıklarımla ayna olabilmek. Çünkü yaşayanlar yaşadıklarını anlatmazlarsa kimsenin hayatına dokunamazlar, kimseye bir faydası da dokunamaz bu insanların. İşte ben bu noktada sizlerin hayatına ufak da olsa dokunmak istiyorum. Belki de bugün yaşadınız bu dediğimi yada aylar önce yaşadınız. Belki hiç yaşamadınız ama yakında yaşayacaksınız. Belki yıllar önce yaşadınız ve çok yara aldınız. O yara ilk günkü gibi kanamıyor elbette. Ama ilk zamanlardaki acıyı hatırlamış oldunuz. Amacım size o günleri hatırlatmak değil. Sadece şunu bilin ki yalnız değilsiniz arkadaşlar. Herkes bir şeyler yaşıyor. Kimisi benim gibi paylaşmayı seçiyor, kimisi de sessizliğe gömülüp susmayı...

Ben susmamayı seçenlerdenim. Bir şeyler yaşamış biri olarak o günlerde suskun kaldım ama şimdi konuşmak ve bir şeyler söylemek, sizlerle yaşadığım o anları paylaşmak gerek diye düşünüyorum. Çok detay vererek bir şeyler anlatmaktan yana değilim. Sadece herkesin yaşadığı ya da kendinden bir şeyler bulabileceği detaylar üstünde durup, ona göre bir şeyler paylaşmak istiyorum. Anlatacaklarım tamamen gerçek hayattan kendi gördüğüm, kendi yaşadığım olayları isim yer vs. bilgisi vermeden anlatacağım olaylardan oluşuyor.

Hadi hep birlikte, okul hayatımıza dönelim bir. Lisede iken yaşadığınız dostluklar, dost kazıkları, birbirini sever görünen, yan yana iken can ciğer kuzu sarması olup, uzaklaştıkları an birbirlerinin arkasından konuşan ve kuyusunu kazan insanlar vardı değil mi? Hepsi de kötü değildi elbette ama size kötülük ettiğini sandığınız ama aslında iyilik edenler vardı. Yani ne demek istedim; o size kazık atanlar sayesinde hayata erken atıldınız. Daha doğrusu gerçek hayatla lise çağlarında tanışmış oldunuz. O zaman tanışınca ilk anda şok oldunuz, acı çektiniz, üzüldünüz hatta öyle ki bu hayat yaşanılmaz hale geldi bile dediniz ki bunu dediğinizde 16-17 yaşlarındaydınız öyle değil mi? İşte çoğumuz o yaşlarda tanıştık hayatın gerçekleriyle önceleri bizi zorlasa da sonraları alıştık. Öyle ki hayat bize bu tip şeyleri umursamamayı dahi öğretti. Aslında çoğumuz genç yaşlarda tanışıyoruz zorluklarla. Ama ilk yaşadığımız anlarda çok üzülüyoruz. O zaman göremediğimiz bir şey var ki o da üniversite dönemine geldiğimizde eğer hiçbir şey yaşamamış olursak daha çok acı çekiyoruz. Ama öncesinde yaşarsak bir zaman sonra daha olağan geliyor bazı şeyler. Öyle ki hissizleşiyor ve tepkisiz kalıyoruz. Kısacası duygusal tepkiler vermekten vazgeçiyoruz. Doğal karşılıyoruz. Aslında doğal olmadığı halde bize olağan geliyor. Ama öncesinde çok çok üzülüyoruz. Sonra üzülmekten vazgeçince de duygusuz bir insan haline geliyoruz.

Bir düşünün; kardeşimi kankam, can dostum dediğiniz kaç insan sizi sırtınızdan bıçakladı? 20 senelik dostlar bile yıllar sonra ayrı düşer hale gelmişken; birkaç senede tanıdığınızı sandığınız dostlar nasıl olur? Hadi bırakın dostu, arkadaşı insanın akrabası bile yabancılaşıyorsa geri kalanını siz düşünün diyorum.
En büyük hata insanlara çabuk inanıp, her dediğine kanmak. Karşımızdaki insanları kendimiz gibi görmek. Meşhur bir laf vardır ya kişi karşındakini kendisi gibi bilir diye. Ne kadar da doğru bir söz. Herkes bizim gibi değil. Bizim gibi görünüp, bize dost görünen ne yılan insanlar var şu hayatta. Hepsi birer imtihan. Hele de kısa sürede size kardeş diyen, abla diyen, abi diyenler var ya. Asıl onlara kanmayın derim. Onlar en tehlikeli gruptalar. Çünkü sizi kandırıp, sizin canınızı acıtmaktan zevk alanları bile çıkabilir içlerinden. En çok da rol yapanı olur. İki yüzlüdür size dostu oynar ama arkanızdan kuyunuzu kazar. Çok var bu devirde böylesi insanlar. Dost gibi görünenler işte bunlara dikkat edin, her sırrınızı vermeyin, zaaflarınızı göstermeyin. Size acı vermelerine müsaade etmeyin. İyice tanımadan bu tip insanlara değer vermeyin. Sonra acı çeken siz olursunuz. Ama ne olursa olsun o insanlar size kötülük yapsa da siz kötü olmayın. Unutmayın ki bütün bunlar imtihan bizler için. Siz onların durumuna düşmeyin. O kötülük yaparsa susun ve Allah'a havale edin. Ben hep öyle yaptım ve kazanan ben oldum. Unutmayın siz iyi olduktan sonra sizi üzen insan sizi kaybederek kendine en büyük cezayı vermiş olur. Siz onu yok sayın ve hayatınıza kaldığınız yerden devam edin.

Unutmayalım ki hiçbir acı, hiçbir dert, hiçbir keder kalıcı değil şu fani hayatta. Şükür ki sizi çok seven dostlarınız hala var. Varsın önceden dost dedikleriniz sizin için yabancı olsun. Siz iyi olduktan sonra, iyi kalpli olduktan sonra yalnız kalmazsınız. Ama onlar yalnız kalırlar ve sonunda size muhtaç kalırlar. Bunu yaşadığınız zaman göreceksiniz. Ne ekerseniz onu biçersiniz bu hayatta.
İyilik, doğruluk, dürüstlük ekin ki; güzel dostlar edinin...

Son olarak sizlerle dostlukla ilgili güzel sözler paylaşmak istiyorum.

İyi güne aldanıp dostlarım var sanırsın, Unutma! Gerçek dostu, kötü günde tanırsın..

Sahte dost sabuna benzer; Elini yüzünü temizledikten sonra ayağını kaydırır.

Eğer hamuru kötü yoğrulmuşsa bir insanın ve bir kazık atacaksa kolay kolay uzakta birini bulamaz zaten. Dostuna atar o kazığı.

Düşman kelimesinin anlamını dost sıfatını taşıyanlardan öğrendim.

İnsanları tanıdıkça hayvanları daha çok seviyorum.



En son olarak da Haluk Levent'in 'Can Dostum' şarkısının sözlerini paylaşmak istedim.

CAN DOSTUM

Bir şarkı yazmak istedim, içinde dostluk olsun
Birden sen geldin aklıma, can dostum
Bu şarkıda seni ne çok özlediğimi
Anlatmak istedim sana bir kere olsun
Bir sen kaldın bana, sakın bırakma
Al yollarına hisset yanında
Dostum, dostum, dostum, can dostum

Burada her şey sahte dostum gülümsemeler bile
Burada her şey sahte dostum sevmeler bile

Şimdi yanımda olmasan da
Seni yaşamamı engelleyemez hiç bir şey asla
Şu anda çok uzakta olsan da
Sen aslında benimlesin yanı başımda
Sarıl yine bana al yollarına
Hisset yanında ağla göz yaşımda
Dostum,dostum,dostum,can dostum

Burada her şey sahte dostum gülümsemeler bile
Burada her şey sahte dostum sevmeler bile


Umarım ki hepimizin hayatında düzgün dostlar vardır ve hep var olacaklardır.

Herkese sevgiler

MOCCCO


11 Haziran 2015 Perşembe

BARDAĞIN DOLU TARAFINI GÖRMEK

HAYATA BARDAĞIN BOŞ DEĞİL DE DOLU TARAFINDAN BAKABİLMEK

Merhabalar arkadaşlar,

Bugün yine yeni bir yazımda daha sizlerle buluşmanın heyecanını, keyfini ve mutluluğunu yaşıyorum.

Bugün sizlerle günlük hayatımızda sıkça karşılaştığımız bir konu üstüne yazı paylaşmak istiyorum. Bardağın dolu tarafını görmekle ilgili olacak bu yazım. Umarım beğenerek okursunuz. Keyifli okumalar diyor yazıma başlıyorum.

Günlük hayatta, zorluklarla karşılaştığımız dönemlerde, her şeyin çok üstüne geldiğini düşündüğümüz dönemlerde yakın çevremizin ya da bizi çok seven bir dostumuzun bize söylediği bir cümle vardır. Belki hepimiz bunu hayatımızda en az bir kere olmak üzere çok kez duymuşuzdur. Bardağın boş değil de dolu tarafından baksan, o zaman daha az üzüleceksin demiştir yakın çevremiz bize. Gerçekten de bu tip olaylar hepimizin başına gelmiyor mu? Bazen birileri bizi çok incitiyor. Başlıyoruz üzülmeye ve sürekli bardağın boş tarafını görmüyor muyuz? Cevabınızın evet olduğunu duyar gibi oluyorum. Çok sıkıntı yaşadığınız bir dönemi hatırlayın şimdi. Bir sürü derdiniz varken, siz bu derdinizi bir dostunuza açmak istediniz ve o sizi tersledi, sizi bencillikle suçladı. Hatta çok daha ileriye gitti. ‘Zaten sen hep kendini düşünürsün, kendini anlatırsın. Biraz da benim halimi sorsan dedi.’ Halbuki, kendisi zaten sizinle son dönemlerde çok az konuşuyordu. Siz onun hayatıyla ilgili ne sorsanız kısacık yanıtlar veriyor, kendi hayatına dönüyordu. Bu sizin dostum dediğiniz biriydi. Siz ona samimi bir şekilde derdinizi, başından geçenleri anlatmak istemiştiniz sadece öyle değil mi? Ama o ne yapmıştı sizi başınızdan atmıştı. O an siz ne hissetmiştiniz? Ben derdimi en yakınım dediğimle paylaşmayacaksam kimle paylaşacağım demiştiniz değil mi? Ama siz aslında çok sevilen bir insansınız. Başka dostlarınız var, sizi her an dinlemeye hazır, her koşulda sizin yanınızda olan dostlarınız var ya. Onlar iyi ki varlar öyle değil mi? ‘Evet’ dediğinizi duyar gibi oldum yine. Aynen öyle arkadaşlar, sizi her koşulda sizi seven, sizin her derdinizi dinleyen, kötü günlerinizde yanınızda olan ve sizi başından savmayan insanlar varken hiç üzülmenize değmeyen biri için üzmeyin kendinizi, sıkmayın o tatlı canınızı.
Yani bardağın boş değil, dolu tarafını görün diyorum. Çünkü her zaman canınızı sıkacak olaylar olacaktır. Dostum dedikleriniz de sizi yarı yolda bırakacak ve sizi bencillikle dahi suçlayacaktır. Sizin en mutlu ve en kötü günlerinizde yanınızda olan insanlara bakın ve onları kaybetmeyin.
Gelelim başka örneklere. Nice hayatlar var önümüzde. Televizyonlardan izlediğimiz, kitaplardan okuduğumuz acı dolu hayatlar. Her zaman kendimizden kötü durumda olan insanlara bakıp, halimize şükretmeliyiz. İşte böyle yaparsak bardağın dolu tarafından bakmış oluruz. Örneğin engelli bir insan gördüğümüzde ona acımak yerine, kendi halimize şükredip çok şükür elim ayağım tutuyor demeliyiz. Bizden çok daha iyi durumda olanlara imrenmeden bir yaşam sürdüğümüz zaman ‘Bardağın dolu tarafından hayata bakmış oluruz.’ Arkadaşlar.  Aslında hayatımızın içindeki olumsuzluklardan ziyade, olumlu yanlarımıza odaklanmak ve halimizden mutlu olmak anlamına gelir. Bugün bir etrafınıza bakın, sosyal medyada bir gezinin, televizyonu açın ve haberlere bakın. Nice acı dolu olaylar okuyacak ve izleyeceksiniz. İşte o an bugün de nefes alıyoruz, bu günde yaşıyoruz diyerek olumsuzlukları kafamızdan atalım. Bugün okuduğunuz bir acı haber oldu diyelim. Yine bir anne evlat acısı ile yanmış, yine birileri suçsuz yere öldürülmüş. Ama siz evinizde ve sıcak yatağınızda uyuyabiliyor ve huzurla bir gün geçirebiliyorsanız ne mutlu size.
Geçenlerde bir kitap okudum. ‘Uçurtma Avcısı’ isimli bir kitaptı bu. Çok acı dolu bir hikayeyi anlatıyordu. Kitabını okuduktan sonra filmini de izleme fırsatı buldum. Uçurma Avcısı 2006-2007 döneminde dünyada en çok satan kitaplar arasına girmiş. Yürek burkan ve acı dolu bir hikayeyi, Afganistan’ın Sovyet işgalini, Taliban dönemini bir aile dramıyla perçinleyerek anlatmış. Herkesin hayatında bir kere de olsa bu kitabı okumasını yürekten tavsiye ediyorum. Dedim ya acı bir hikaye. Afganistan’da başlayan ve Sovyet işgali sonrası ülkesini terk edip Amerika’ya yerleşen yani Amerika Birleşik Devletleri’ne kadar uzanan bir hayat hikayesi okumuş oluyorsunuz. Şii olan ve Şii olmayanların savaşını anlatıyor. Yani acı, göz yaşı dolu bir hayat sunuyor bize başarılı yazar Khaled Hosseini.
Dediğim gibi kitabı okuduktan hemen sonra filmini de izleyince iyice etkilendim. Kendi hayatıma, yaşadığım o güzel çocukluk dönemine, ailemin başımda olmasına ve onlarla çocukluğumu yaşayabildiğime, derin acılar görmediğime şükrettim. Yine bardağın dolu tarafını görmüş oldum.

Benden çok daha genç olan ve beni takip eden sevgili arkadaşlar sizlere sesleniyorum. Ben de sizler gibi lise döneminden geçtim. Zorlukların olduğu dönemleri de geçirdim. Ama hiçbir zaman isyan etmedim, ağlasam da, çok üzülsem de hep olumlu yanlara tutunup yani aileme tutunup atlattım her zor dönemi. Size de tavsiyem ailenizin değerini bilmenizdir. Çünkü ben lisedeyken anne-babasını yitiren çok arkadaşımı gördüm. Onları gördükçe dedim ki hayat zor da olsa ailem başımda, annem- babam sağ. Arkadaşlarımın acılarını paylaşmaya çalıştım. Kendi dert ettiğim şeyler çok boş geldi. Belki de onların acıları ile ben kendime geldim. Hayat ne garip öyle değil mi? Birilerinin acısı, size şükür vesilesi oluyor. Neden sizlere seslendim diye merak ettiniz sanırım. Çünkü ben de sizin yaşadığınız o dönemlerden geçtim. Aranızda benden kat kat zorluklar yaşamış olanlar olabilir. Ama ben lise hayatının daha doğrusu okul hayatının verdiği zorlukları yaşayanlara sesleniyorum. Şu an dert ettiğiniz şeyler gün gelecek geçecek ve bunları neden yaşadığınızı ancak ileride anlayacaksınız. O yüzden sevgilinizden ayrıldınız diye hayata küsmeyin. Unutmayın herkes bir şekilde sizin başınıza geleni yaşadı veya yaşayacak. Hayat her zaman sürprizlerle doludur. Tam da bu anda aklıma bir söz geldi hemen sizinle onu paylaşmak istiyorum.
“Bugün olmadı diye sızlandığın duaya, gün gelir olmadı diye şükredersin.” Şems-i Tebrizi
İşte bu sözde anlatılmak istenen de tam da size söylemek istediğim şey. Ne olmuş sevgilinizden ayrıldınız ise, ne olmuş en yakın dostunuz size katık atmışsa, ne olmuş sevgiliniz sizi en yakın arkadaşınızla aldatmışsa; tüm bunların bir çaresi var. Bütün bunlara takılmak yerine, yaşadığınız güzel şeylere odaklanıp, bardağın boş tarafından hayata bakmayı bırakın arkadaşlar. Amacım ve niyetim sizi sıkmak, size sürekli öğüt vermek değil ama size bazı şeyleri fark ettirmek görevim. En azından ben böyle düşünüyorum.


Bardağın dolu tarafını görmek emin olun bize çok şeyler katacaktır. Neden derseniz; bardağın boş tarafına bakanlar her zaman kötümserdirler ve mutsuz olurlar. Kötümser olmanın da bize hiçbir faydası olmaz. Ama yaşadığımız durumlarda bardağın dolu tarafından baktığımız zaman, iyimser ve pozitif düşünen insanlar oluruz. Bu da bize fayda getirir.

Ben sanırım bardağın çoğunlukla dolu tarafını görenlerdenim. Bardağın boş tarafına yöneldiğimde ise sevgili dostlarım beni uyarır ve kötülüğün içindeki iyilikleri, şer gibi görünen şeylerin hayır olduğunu gösterirler. Belki de maneviyatımla olaylara bu şekilde bakabiliyorum.
Aslında şöyle bir etrafa bakıyorum da hiçbir şey göründüğü gibi değil. Ne insanlar, ne yaşanılanlar, ne de olaylar... Mesele şu ki biz sadece ya görmek istediklerimizi görüyoruz ya da buz dağının görünen kısmına bakıyoruz. Ama aslında görünmeyen onca şey var ki. Kimse o ayrıntılarla ilgilenmiyor.

Gelin size bir örnek vereyim. Bugün belki de milyonlarca insan ya sevgilisinden ayrıldı, ya da sevgilisi tarafından terk edildi. Ayrılık çanları çaldığı için de dünya başına yıkıldı. Evet, tabii ki böyle bir durumda gülsün, oynasın, eğlensin denmez ama dünyanın da sonu değil. Hemen ''Batsın Bu Dünya'' demek gerekmiyor. Çünkü insanın her zaman halime şükür demesi gerekiyor. Sağlığı yerinde ise sağlığım yerinde, ailesi sağ ise ailem sağ ve yanımda, belki de böylesi hayırlıydı. İleride daha çok üzülmektense şimdi ayrılmak daha hayırlı olmuştur benim için demesi gerekir. Tahmin ediyorum ki ilk anda olaya bu şekilde bakacak çok fazla insan yok. Ama ölüm hariç her şeyin çaresinin olduğu bu hayatta, ayrılık acısının da devası zamanda saklıdır. Zaman geçtikçe insan daha az üzüldüğünü görecektir. Zaman ölüm acısını bile hafiflettiğine göre, ayrılık acısını da geçirir. İşte yine bardağın dolu tarafını görmüş olduk.

Sevgili arkadaşlar unutmayalım ki; bu hayatta hayır gibi görünen şerler, şer gibi görünen hayırlar var. Her zaman hayatımızdaki olumlu yanlara bakarsak daha mutlu, hayata daha pozitif bakan insanlar oluruz. İleride ebeveyn olduğumuzda da iyimser, mutlu ve hayatın pozitif yanlarını gören bireyler yetiştirmiş oluruz.

Son söz: 

Bazı kimseler, güllerin dikeni olduğundan yakınırlar. Ben dikenlerin gülü olduğuna şükrederim.
(Alphonse Karr )

İyimser insan, her felakette bir fırsat, kötümser insan da her fırsatta felaket görür. ( Çin Atasözü )

Hoşunuza gitmemekle birlikte, savaş üzerinize yazılmıştır. Bir şey sizin için hayırlı olduğu halde siz ondan tiksinebilirsiniz. Ve bir şey sizin için şer olduğu halde siz onu sevebilirsiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz. ( Bakara Suresi 216. Ayet)


Teşekkür: Bu yazıyı yazmamda bana fikir veren arkadaşım Eda GÜNEŞ' e huzurunuzda teşekkür ediyorum. O bana eğer abla bardağın dolu tarafından bakalım demeseydi ayağım kırıldığında, bu yazı da ortaya hiç çıkamazdı.
Edacığım çok teşekkürler.

Herkese saygılar sevgiler,

MOCCCO

26 Mayıs 2015 Salı

ZAMAN DURMAZ

ZAMAN DURMAZ

Unutma zamanı kimse durduramaz.
Senin derdinle başkası savaşamaz.
Bu kötü günleri senden başkası atlatamaz.
Sen hayat geçmesin desen de;
Zaman hiç durmaz.

Seni senden başkası anlayamaz.
Derdine kimse çare bulamaz.
Bu dertler seni asla yıkamaz.
Sen zaman akmasın desen de;
Zaman hiç durmaz.

Unutma bu anı kimse donduramaz.
Sen istesen de hiçbir şey durmaz.
Hayat sana hiçbir zaman acımaz.
Sen öylece durup beklesen de;
Zaman hiç durmaz.

Bu hayat seni ayakta tutmaya çalışmaz.
Hayat kanunu sorunlar yakanı hiç bırakmaz.
Herkes her zaman seni anlamaya çalışmaz.
Sen zaman dursun istesen de;
Zaman hiç ama hiç durmaz.


MOCCCO

MUCİZE


 MUCİZE

Masum bir yüzde görüp de sevdim ben seni.
Hiç anlatamadım o içimdeki saf sevgini.
Denize bakınca hep senin gözlerini gördüm
Bir bebeği sever gibi sevdim seni.
Hep masum hallerindi benim sende gördüğüm.
O güzel kalbin bir çocuğunki kadar temizdi.
Çok farklı sevdim ben senin yüreğini.
Seninleyken bir melek gibi hissediyordum ben kendimi.
Ben senin sevgi dolu meleğin olurken;
Sen bana geldin bir mucize gibi.

Bir güvercinin beyaz kanadında gördüm ben seni.
Orada sevdim senin her şeyini.
Tarif edemedim hiç sana olan hislerimi.
Gökyüzüne bakınca hep o güzel yeşil gözlerini gördüm.
Bir ufak çocuğu sever gibi sevdim ben seni.
Sen biraz yaramaz ama bir o kadar da masum bir çocuk gibi.
Geldin sevdirdin bana kendini.
Sen yanımdayken kendimi bir çiçek gibi hissediyordum.
Ben senin hiç solmayan çiçeğin olurken;
Sen bana su verdin bir hayat kaynağı, bir mucize gibi…


MOCCCO

İÇİMDEKİ UÇURUMLAR

İÇİMDEKİ UÇURUMLAR

Zaman sanki üstüne kapanıyor bir defter misali.
Her sayfası üst üste kapanıyor.
O kapandıkça içinde anılar kalıyor.
Üzerimize umutlarımızı kapatıyor sanki.
Mutlulukları kapatıp hüzünleri ortaya çıkarıyor.
Acıları çıkarıp sevinçleri içine hapsediyor.
Bir alacak verecek hesabı gibi.
Sayfa sayfa ilerliyor.
Ben sessizce yürüyorum insanlar arasında
Onlar habersizce mutluyken;
Ben içten içe onlar için gözyaşı döküyorum.
Gözlerimden kan damlıyor sanki.
Herkes kendim için ağlıyorum sanırken;
Ben gülümseyen gözlere bakarak onlara ağlıyorum.
Sanki içimde bir uçurum var.
Kendimi o uçurumun kıyısında hissediyorum.
Sonra içimdeki uçurumdan boşluğa bırakıyorum kendimi…


MOCCCO

22 Mayıs 2015 Cuma

BIR SES VAR İÇİMDE


BİR SES VAR

Bir ses var içimde!
Artık o eski dostluklar bitiyor.
Kimse kimseyi dinlemeyi bırak,
Sanki yüzüne dahi bakmıyor.
Sen iyilik istedikçe kalbin daha çok kırılıyor.
Sen sen ol arkadaş!
Kimseye kendinden fazla değer verme.
Kimseyi de asla çok sevme!
Hep en çok kırılan sen olursun.

Bir ses var yüreğimde!
Devir menfaat devri olmuş.
insanlar iyi kalpli olmayı bırak,
Sanki acımasız, gaddar ve kara kalpli doğmuş.
O dostça sevgiler bir çiçek gibi solmuş.
Sen sen ol arkadaş!
Kimseye çok iyi niyet gösterme!
Kimseyi de asla kendin gibi görme!
Yine en çok üzülen olursun.

Bir ses duyuyorum kalbimde.
Artık buralarda dostluklar kazanmıyor.
Dostlar sevgi dolu olmayı bırak,
Sevgiden bihaber ve bencil davranıyor.
Dost acıyı tatlı da söylemiyor.
Sen sen ol ey arkadaş!
Kimseye dostum deyip sırrını verme!
Kimselere de çok güvenme.
Her zaman en büyük kaybeden sen olursun!

Bir ses var yüreğimin en derinlerinde.
Dostunu düşmanını iyi seç diyor.
Dost bulmayı bırak,
Düzgün arkadaş bulsan kardir diyor.
iyiler hep kaybediyor.
Ama sen iyilikten,doğruluktan şaşma diyor.
Sen sen ol arkadaş!
Hayatın boyunca kötülükten uzak dur diyor.
Kimseye kötülük etme, kötü söz de söyleme
Hayatın boyunca kazanan sen olursun!


Evet arkadaşlar bu şiiri bugün yazdım ve hemen sizlerle paylaşmak istedim. Umarım beğenirsiniz.

Sevgiler

MOCCCO